Kieslowski’den Özgürlüğün Rengi: MaviBazen anlar hayata küstürür, hiç olmadık bir zamanda olmadık yaşanmışlıklarla sarstığı insanı ya da insanları ve o insan yahut insanlar, o anın ya da anların izini üstlerinden atamazlar, her bir damlası yapışıp kalır ruhunun derinliklerine ve o izlerle yaşamaya mahkum edilirler, ta ki geçmişte kalmış yaşanmışlıkların gölgelediği gecenin bir vakit, ayın ışığı ile maviye çaldığı ana kadar ve kimi zaman bu mavi, perdenin üzerindeki gecenin karanlığını yırtıp atmıştır, insan suretine hakim olan durgunluk ile soğukluk, yansıtılan ışığın altında bağlarından kurtulmuş ya da kurtarılmış ve yaşama silinmez izler bırakan anlar perdeye sindirilerek, yapma hayatların şahsında izleyici için unutulmaz tatlar bırakılmıştır ve bu tatlardan biride Polonyalı usta yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin yönettiği ve bir üçlemenin ilk halkası olarak var edilen 1993 tarihli Trois Couleurs:Bleu( Üç Renk: Mavi ) da kendine vücut bulmuş olup, geri dönüşün olmadığı sanılan bir yolda ilerlenmiş olsa bile, her çıkmaz sokağın gizli bir geçidi olduğu, bir kadının hayatını geride bırakarak her şeyinden vazgeçip geçmişinden kaçmak istesi ama kaçmak istediği hayatın onu bırakmaması ve o hayatın sadece bir duygudan( sevgi ) ibaret olmayıp bir çok renkten oluştuğunu, büründürüldüğü rengin kapsayıcılığı ve bütünleştiriciliği ekseninde işleyen, bir kaybediş ve yarımda olsa her şeye rağmen geri kazanışın tarif edildiği, inceden dokunmuş ve sık örülmüş bir eserdir.Kieslowski’nin kendine has dilini kullandığı ve renklerin başrolde olup, bireyin o renklerin içinde birer ışık olarak parladığı serisinin ilk filmi olan Bleu, bir kadının çevresinde gelişen ve kadını eksenine alıp( tıpkı diğer iki filmde olduğu gibi ) onun öncelikle kaybedişlerine, umutsuzluğa kapılışına, bir yandan kendisinden diğer yandan geçmişinden kaçıp üstünü örtme isteğine ve bir diğer insana duyduğu saf sevgi ile kurduğu sarsılmaz bağlara ışık tutmaktadır. Bleu’daki olay örgüsünün aslında seçilen renkten de hareketle salt bir bireye indirgenmediği, bütüne yayılarak farklı hayatlardan ya da farklı coğrafyalardan olup, her insanın karşılaştığı duygusal çarpışmalar ile hayatın sorgulanışına sevk eden olmadık yaşanmışlıkların birbirinin aynı olduğu ifade bulmuştur. Tabi buradaki coğrafyadan kasıt Avrupa’dır ve filmde bir kadının içine düştüğü bunalım, avrupa’dan kaynaklık bulmuş olduğu için bu kıta ile özdeşleşmiş olan bireysel özgürlüğün, birliktelik düşüncesinin ve bütünü bir kılan değerlerin yörüngesinde zikzaklar çizmesi sonucunda yüzeye çıkmıştır. buradaki yalpalama; kısa süreli bir kendini kaybetme ve kendinden öte sevdiğini, bir bakıma o sevdiğine özgürlüğünün bir parçası ve kendi benliksel bütünlüğünü sağlayan bir dayanak oldurmanın sonucunda baş göstermekte ve bu dayanağın ansızın yitip gitmesi ile de bir anda şiddetli bir bunalıma girme akabinde yaşanılan anıları, tüm yaşanmışlıkları, o anıların izlerinin üzerine sindiği mekanları, o mekanların bulunduğu torakları terk etmek ile görünürlük kazanmıştır.Bir yerde film insana sorular sormaktadır. Değer verdiği varlıkları kaybeden birey yaşama nasıl tutunacaktır ? bir başına yaşamak mı yoksa karşılaşılan yeni bir suretle hayatı paylaşmak mı seçilmesi en doğru olan seçenektir ? ya umutsuzluk nasıl aşılacaktır ? sorunlardan kurtulmanın tek yolu kaçmak mıdır ? gibi sualler ile izleyici bir nevi sınava çekilmekte ve filmdeki kadın karakterin eşliğinde bu soruların cevabını, o karakterin her adım atışı ile ağzından dökülen her cümleye Kieslowski tarafından iliştirilen hayat dersi kıvamındaki ifadelerin beraberliğinde bulunmasına çalışılmakta ve nihayetinde bulunan, belki de bireyin kaybettiğini sandığı lakin; içinde bir yerlerde, soluduğu havada, etrafında beliren diğer inanlarda ve içinde yaşadığı şehir ile mekanlarda aslında hep var olan ve olacak olan hayatın ve o hayatı içe çekme akabinde tadılan özgürlüğün kendisidir. Kadın karakter trajik bir kaza sonucu sevdiği iki insanı yitirmiştir ve bu yitiriş onu sarsmış, bu sarsıntı sonucunda yaşama küsmeye varan bir yaşamdan kopmayı beraberinde getirmiştir. ilk yaptığı şey; kaybettiklerine dair tüm izleri silme ve o kaybedilenlerin izlerinin üzerine sinmiş olan tüm değerlerden kurtulmaya çalışmak olmuştur. Hayatı paylaştığı adamın, kendi hayatında kapladığı alanın doldurulamayacak kadar geniş ve yoğun olması, her gözünü kapadığında kaybedilenin bestelediği senfonilerle sarsılması ve müziğin dokusundaki durgunluk ile ağırlaşıp, bilincin kaybolmasına eş kendinden geçmelere yol açmıştır. Kısa bir süre sonra önce yaşadığı şehri terk edip kendine yeni bir hayat kurmuş sonrasında ise; geri dönüşler ekseninde sonlandırdığı geçmiş yaşantısında yüklü olan trajediyi kabullenişine giden ve üstünü örttüğü duyguları ile yüzleşmesine kapı aralayan gelişmeler ile kadın karakter, bir kez daha kendisi ile o ana kadar yaşadığı hayat ile kaybettiklerinin hatıraları ile ve yaşamın sürüp gittiğinin gerçeğine bir kez daha varması ile içine düştüğü boşluktan kurtulmuş ve cama yansıyan yaşlı gözleri ile donuklaşan suretinin tanıklığında yaşamaya kaldığı yerden devam etme kararı almıştır.Kieslowski filmde bir başka önemli noktanın altını kalın çizgi ile çizmiştir; sadakat. Karşılıksız duyulan sevgi ve güven duygusunun kadın karakterin özüne yedirilmesi ile bir yandan insanın erdemleri üzerine ışık tutulmuş diğer yandan, kaybedilen eşin sadakat ile arasındaki köprülerin çoktan yakılmış olduğuna işaret ederek ve kadın karakterin tuttuğu yasın samimiyeti göz yaşartırken, yas tutanın yasın tutulduğu kişi tarafından aldatıldığının ortaya çıkması, belki de insana has bir zayıflık olan bağlılığın sıkı ve sağlam olmadığı gerçeği ile filmin dokusu bir anda değişmiş, değer verilenin yitirilmesi akabinde tutulan yas ortadan kalkarak, yası tutan yeni bir başlangıç yaparak geçmişe sünger çekme kararı alıp bunu; yeni bir beraberlikte somuta dökmüştür. Birey olmanın getirdiği yüklerden biri olan bağlılığın, aslında pamuk ipliğine bağlı olduğu ve hiç umulmadık bir anda bunun kopacağı betimlenerek, bu kopan bağlılık sonucunda bireylerin güven bunalımı yaşayacakları ve bununda toplumu oluşturan fertler arasında iletişimin ve bireysel ilişkinin önünü kesip, insanları birbirine yabancılaştıracağı vurgusu, filmde işlenen vurgulara eklenmiştir.Kieslowski, Krotki Film O Milosci ile Krotki Film O Zabijaniu yapıtlarında kullandığı kurguyu bu filmde de kullanarak, doğal bir mercekten bakış atmış ve yapaylığın yanına yaklaşmayarak sade ve etkili bir anlatım dili kullanmıştır. Avrupa’nın mavisinden yola çıkarak bu maviyle sarmalanmış olan bireyi işlemiş, işlerken de bireysel bakış açısından hareket ederek nihayetinde bütüne varmış ve toplumsal bir bakış açısı yakalayarak, toplumun geneline etki eden insan merkezli olup yine insana yansıyan ya da yansıtılan duygular ile kararların çerçevesini doğru çizerek, olay örgüsünü güçlü bir alt metin ile desteklemiştir. Mavinin içine katılan özgürlük, özgür bireye giden yolun sancılar açığa çıkartacak engebede olduğunu, en azından bu sancıların kişisel bir renk taşıdığını ve bireyin kaybetmek ile kazanmak arasında sıkışıp, kurtulmanın yolunun yüzleşmeye karar vermek olduğuna işaret etmektedir. Bir diğer işaret edilen nokra ise; kadının kendi kendine yetebilmesi yani; kendi özgürlüğünü kullanıp kendi hayatını inşa edebilmesi olarak belirmektedir. Güçlü bir karaktere sahip olmak ve verdiği kararların arkasında durmak, toplumun içinde hiçbir dayanak olmadan bir başına yaşayabilmek, Juliette Binoche’nin hayat verdiği karakter ile etkili bir biçimde ortaya konulmaktadır. Binoche’nin canlandırdığı karakter üzerine kurulu film, oyuncunun başarılı performansıyla da bir başka etkileyicilik içermektedir. Ayrıca Bleu( Mavi ), diğer iki film olan Blanc( Beyaz ) ve Rouge( Kırmızı ) ile birlikte feminist çizgiler taşıyan ve kadına ayna tutup, kadının yaşadığı türlü ağrıları odağına alıp ve bu odağı evrensel değerlerle( özgürlük, aynı seviyede olmak, beraberlik ) harmanlayarak neticede sarsıcı ve sarmalayıcı bir yapıt var edilmiştir. Filme hakim olan anlatım, kimi karelere sirayet ettirilen şiirsel görsellik ile diridir ve kimi karelere dağıtılan sessizlik ile bir o kadarda; filmdeki olay örgüsünün dokusuna hakim olan hüzne bulanmış çaresizlik ile iç burkan ve insanın omuzlarına baskı uygular bir niteliktedir. Bu baskıya maruz kalacak kimi özde olmayan yedinci sanat izleyicileri için bu film; o izleyicileri gerecek, bunalıma sürükleyecek ve nihayetinde yarıda kestirip izlenmeye son verdirecek yoğunluktadır. Tabi özde yedinci sanat takip edicileri için durum, bunun aksi istikametindedir. Bleu ( Mavi ) ile hayatı yeni baştan başlayıp ve en küçük anları dahi canlı tutmak, bu filmi izlemek ve o maviyi özümsemekle mümkündür.----- Trois Couleurs:Bleu( Üç Renk: Mavi ) -----