Hesabım
    Hırsızlar Şehri
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Hırsızlar Şehri

    Hırsızlar Şehri

    Yazar: Orkan Şancı

    "Point Break" ile "Heat"i birleştirin: işte karşınızda The Town/Hırsızlar Şehri... Tabii bu iki filmin en iyi özelliklerini birleştirmiş olsaydık, ortaya şaheser bir film çıkardı. The Town bir şaheser değil. Benzetmeyi, Ben Affleck isminden hazzetmeyenler açısından, ortada kalburüstü bir film olduğunu vurgulamak adına bilerek yaptım..

    1991 yapımı Point Break'te Patrick Swayze(Bodhi), lideri olduğu sörfçüler çetesiyle bir yandan banka soygunları yapıyor, bir yandan da hayatlarının "normal" kısmında dalgaların tadını çıkarıyorlardı. FBI ajanı Keanu Reeves (Johnny) aralarına girip çeteyi çökertmeye çalıştığında bile bu dünyanın büyüsüne kapılmaktan kaçamıyordu. "Heat(1995)"te ise Michael Mann, kötü adamlara, yani banka soyguncularına en az filmin iyi karakterleri kadar yer açıyor, onları anlamaya çalışıyordu. Özel hayatlarında yaşadıkları sorunları en doğal haliyle perdeye yansıtarak seyirciyi ikilemde bırakıyordu. Ben Affleck, henüz ikinci uzun metrajında hem Kathryn Bigelow'un "Point Break"ini hem de Mann'in "Heat"ini iyi analiz etmiş görünüyor. Bu iki filmle The Town'un ilişkisine yeniden döneceğiz.

    Yönetmen olarak Ben Affleck'in adına mesafeli bakanların bilmesi gereken ikinci noktaysa, filmde soygunların gerçekleştiği Boston'daki Charlestown bölgesinin; genç sinemacının çocukluğunun geçtiği bölgeye çok yakın olması . Yapımcılar bunu biliyor olmalı ki, önce başrol teklif ettikleri Affleck'in, kamera arkasında da olması için ısrar etmişler.

    Affleck'in ilk yönetmenlik denemesi Gone Baby Gone'da olduğu gibi The Town da, bir roman uyarlaması ve yine Boston'da geçiyor. Banka soygunları üzerine çekilmiş düzinelerce film varken 2000'lerde yeniden bu türe el atmanın akıllıca olmayacağını düşünenler olabilir. Chuck Hogan'ın "Hırsızlar Prensi" adlı romanından yapılan uyarlama bu kadar başarılı olmasa, aynı şeyi filmi izleyen bizler de düşünebilirdik. Affleck'in de imzası bulunan uyarlama senaryo öyle başarılı ki, filmin vaat ettiği hemer herşeyi yerine getiriyor.

    Hikayenin özü zaten son derece cazip. Zeki soyguncu Doug (Affleck), bir soygun sırasında rehin olmak zorunda kaldıkları banka müdüresi Claire'e (Rebecca Hall) aşık oluyor. Bir yandan çetenin hırçın üyesi Jem (muhteşem oynayan Jeremy Renner)'i dizginlemeye çalışıyor, diğer yandan kızın kendilerini ele vermemesi için ne bildiğini öğrenmeye çabalıyor.

    Elbette bütün hikaye, bu "soygun sonrası romantizmi"nden ibaret değil. Affleck'in şaşırtıcı bir sinema duygusuyla birbiri ardına ustalıkla sıraladığı sahnelerde, ekibin hem yeni soygunlarına tanıklık ediyoruz, hem de FBI'ın etraflarında oluşturduğu çemberin giderek daralmasına.. Affleck'in bu filmdeki başarılarından biri de, soyguncuların kostümleri. Bunun için özel bir tasarım istemeyen Affleck, çetesini "Cadılar Bayramı kostümleri satan ucuz dükkanlardan" giydirmiş. Doğrusu, Doug ve çetesinin özellikle rahibe kılığıyla yaptığı soygun, daha etkileyici olamazdı herhalde.

    Yazının başında referans olarak verdiğimiz iki filmle olan ilişkisine dönersek The Town'un çok kritik farklılıkları mevcut. Örneğin "Heat", soygunculara ve onların peşindeki polise eşit mesafede durmayı başarmıştı. İki taraf arasında çok da fark olmadığını, De Niro ve Pacino arasında seçim yapmanın ne kadar zor olduğunu finalde daha iyi anlamıştık. Affleck ise filminde, kendi çetesini biraz kayırmışa benziyor. Tercihini, Doug, çetenin hırçın çocuğu Jem ve banka müdüresi Claire arasındaki gerilime yaslamış. Diğer tarafa dönecek olursak, -nereden baktığınıza bağlı olarak "iyi adamlar" çetenin etrafındaki çemberi daraltıyor. "Mad Men"in yıldızı Jon Hamm ve Lost'un Black Smoke'u Titus Welliver, Doug ve ekibinin peşinde koşturan karakterler olmanın ötesineyse ne yazık ki geçemiyor.

    The Town'un, diğer referans filmimiz "Point Break"ten de önemli bir farkı mevcut. O filmde banka soygunu yapan çetenin, geri kalan zamanlarında dalgalarla dans (sörf) gibi bir tutkularının olduğunu görmüştük. The Town'da ise bu eksik. Doug ve çetesinin soygunların dışında özel bir tutkuları yok. Paralarını harcıyorlar, içki-sigara-seks odaklı bir hayat gömülmüşler. Affleck'in bunu tercih etmesinin sebebi belki de şudur: gerçek hikayelerini bildiği Charlestown soyguncuları tam da bu şekilde yaşıyor olabilir. Oysa roman uyarlamasının biraz dışına çıkılsa, sinema tarihine geçmesi muhtemel soyguncu tiplemeleri yaratılabilirdi.

    Toparlamayı oyuncu performanslarına değinerek yapalım. Hollywood'da soyguncu çetesinin lideri olabilecek en son yüzlerden birine sahip Ben Affleck, tam da bu nedenle başrol için uygun olmuş. Üstelik kendi yönetiminde, önceki filmlerine oranla oyunculuk kırıntılarına daha fazla rastlamak bile mümkün. Woody Allen imzalı Vicky Cristina Barcelona ile "aşık olunacak kız" kategorisine aldığımız Rebecca Hall ise yine harika. Yaşadığı travmaya (soyguncuların elinde bir süre rehin kalma) rağmen hiç bir abartılı sahneye prim vermemiş, İngiliz oyuncu. Jem rolünde Jeremy Renner, patlamaya hazır bir tabanca gibi. Onu ilk gördüğünüz sahneden itibaren, bu tekinsiz adam sizi germeyi başaracak. Çetemizin mecburen(!) bağlı olduğu İrlandalı mafya lideri Fergie rolünde ise Pete Postlethwaite, kısa ama vurucu bir performansla sizi bekliyor.

    The Town, epeydir hasret kaldığımız soygun filmlerine "çete ruhu"ndan aldığı gazla ve "Heat'i andıran çatışma sahneleri"nin de katkısıyla kalburüstü bir halka eklemeyi başarıyor. Good Will Hunting için yazdıkları senaryoyla Matt Damon'la birlikte Oscar kazanmışlığı bulunan Affleck, henüz ikinci yönetmenlik denemesinde sizi epeyce şaşırtacak. Bunu ancak sinema duygusu gelişmiş bir adam yapabilirdi. The Town, emin olun, yılın en iyi filmlerinden biri..

    orkansanci@yahoo.com

    twitter: lostchildd

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top