Hesabım
    Direniş
    Ortalama puan
    3,0
    3 Puanlama
    Direniş hakkında görüşlerin ?

    1 Kullanıcı eleştirisi

    5
    0 Eleştiri
    4
    0 Eleştiri
    3
    1 Eleştiri
    2
    0 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 2.091 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    6 Temmuz 2021 tarihinde eklendi
    “Resistance”; senaryosunu da, üçüncü nesilde de “Kosher (helal et)” kasabı geleneğini sürdüren Charles Mangel’in oğlu olan “mim” (pantomime) sanatçısı Marcel (Mangel) Marceau’nun yaşam öyküsünden esinlenerek yazan Polonya asıllı Venezuelalı sinemacı Jonathan Jakubowicz’in yönetmen koltuğunda oturduğu biyografik bir drama…

    İlk kez, Mel Brooks’un “Silent Movie” sinde (1976) üstelik de vizyona girdiği yıl sinema salonunda, şaşkınlıkla izleyerek hayran kaldığımız Marcel Marceau’nun şahsında, II. Dünya Savaşı sırasında, Fransız direniş hareketinin eylemlerinden önemli bir kesitin sunulduğu filmde, tarihi dokümanların yanı sıra Marceau’nun 108 yaşında (28 Aralık 2018) hayatını kaybeden kuzeni Georges Loinger (Géza Röhrig) ile birebir yapılan söyleşilerden de yararlanılmıştır…

    Yani her ne kadar, tüm olguları “anti – semitik” (ve fırsat buldukça da “homofobik”) bir bakış açısı artı ön yargı ile değerlendirmeyi alışkanlık haline getirmiş olan (ve aslında çağdaş dünyada bir "insanlık suçu" olduğu için görüşlerini hiç önemsemediğimiz ancak Covid - 19 virüsünden çok daha tehlikeli bulduğumuz hastalıklı bir ruh hali de olan "faşizm destekçisi") bir kitleyi ciddi anlamda üzecek olsa da, filmin senaryosunun yazımında da, o yıllarda yaşanan gerçeklerin dışına çıkılmamış olduğunu belirtmek isteriz…

    En azından hiçbir tarihi belgede, bilinenlerin tersine Nazilerin asla, Yahudiler, çingeneler, sosyalistler, komünistler, bedensel ve zihinsel engelliler ile eşcinsellere karşı planlı bir toplu kıyım ve soykırıma girişmediklerine dair bir bilgiye, bugüne kadar biz rastlamadık…

    Bu af edilmesi mümkün olmayan suçlara ortak olmak yerine, söylenilenlerin gerçek olmadıklarını bilen yahut da gören biri veya bugüne kadar varlığından haberdar olmadığımız uluslararası bir belge varsa, haber versin de, bizde öğrenelim…

    Hatta, uyanalım diyeceğiz de:

    Nürnberg Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi duruşmalarında da, “insanlık ve savaş suçları” ile yargılanan Nazilerin bir kısmı olayların gerçek boyutlarından haberdar olmadıklarını, diğer bir kısmı da hiç utanmadan yalnızca verilen emirleri yerine getirdiklerini belirtseler de, önemli bir bölümü de başları eğik bir biçimde, inkara yönelmek yerine pişmanlıklarını ifade etmişlerdir…

    Üstelik başlarına gelecekleri çok iyi bildikleri için ele geçirilmeden önce intihar eden Adolf Hitler, Joseph Goebbels ve Martin Bormann gibi yine Nazi partisinin önemli simalarından olan Hermann Göring’de tutuklu olduğu hücresinde kendi hayatına son vermiştir…

    Yani bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleştirdikleri katliamları, “Nereden çıkartıyorsunuz bunları” diyecek “belge” ve “tanıkları” mahkemeye sunarak, işledikleri suçlara dair ithamları yalanlayan veya inkâr eden de yoktu ve olamazdı da…

    Bu genel çerçeve içerisinde, filme dair yapılabilecek “tek eleştiri” ise, olayların başladığı 1938 yılında henüz 15 yaşında olan Marceau’yu, 36 yaşındaki Jesse Eisenberg’ün canlandırmış olması olabilir, hepsi o kadar…

    Ki, merak edip de, izlediği veya izleyeceği film hakkında araştırma yapanlardan değilseniz, bunu da fark edemeyecek ve ancak bizim gibiler yazınca öğreneceksiniz zaten…

    Fakat yine de sıkmayın canınızı ve ekşitmeyin suratlarınızı…

    Zira Jesse Eisenberg, öylesine bir performans sergilemiş ki, pek çok profesyonel eleştirmen de, bu konunun üzerine gitmemiş…

    Elbette, Emma, küçük Elsbeth ve tutuklulara bizzat kendisi işkence yaptığı için “Lyon Kasabı” olarak da tanınmış olan acımasız Gestapo subayı Klaus Barbie’yi oynayan, sırasıyla Clémence Poésy, Bella Ramsey ve Matthias Schweighöfer’i de atlamamak lazım…

    Kesinlikle onlar da, rollerinin hakkını vererek oynamışlar…

    Özellikle de, yüzünden resmen “kötülük akan” Schweighöfer, inanılmaz derecede iyi…

    Filmin editörlüğünü de Alexander Berner ile birlikte üstlenen yönetmen Jonathan Jakubowicz için de söylenilecek çok fazla bir şey yok…

    O, Nazi terörünü “La vita è bella / Life Is Beautiful” (1997) ve “Jojo Rabbit” (2019) tarzı mizahi bir dil kullanarak eleştirmeyi tercih etmiş…

    Ve bize göre, iyi de yapmış…

    Bitirmeden, “Acaba atladığımız herhangi bir husus oldu mu?” diyerek filmi izlerken aldığımız notları şöyle bir kontrol ettiğimizde, yazdıklarımıza ilave edilebileceklerin, pek kalmadığını da gördük…

    Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…

    Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…

    Keyifli seyirler,
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top