' kırmızıdan bir perde iniyor gözümüzün önüne. ateş kadar yakıcı ve kan gibi sıcak bir kırmızı. 'laura palmer'ın şehvetten yanan bedeni bizi de tutuşturuyor 'david lynch' in esrar dolu tepelerinde. 'teresa benks' ten 'laura palmer'a giden yolda tekliyor motor. iki kadın arasında kurulan bağ ölümcül bir bilinmezliğin kapılarını aralıyor. görünürde, yanan vücutlarıyla bütünleşmiş, tren vagonundaki son kalıyor aklımızda. bu sona götüren süreç ,bizi şaşırtıyor her defasında. gerçek üstü bir anlatımla şekillenen kareler mantık sınırlarını zorlayan bir kurgulamayla, aklın almış olduğu şoku bir kat daha arttırıyor. daha havaalanında başlıyor gariplik. seyirciye mesaj niteliğinde kırmızı üstüne takılan 'blue rose' . 'lynch' in sineması bunu hep yapıyor. sembolizmin her tonuyla ses bulduğu bir film şekilleniyor. yapısında barındırdığı anlaşılmaz dil 'twin peaks' sı daha bir gizemli kılıyor. bu gizem kimi yerlerde açık verse de genel anlamda ' laura palmer' ın derin dünyasına daldırıyor bizi .bu dalış kimi karelerde vurgun etkisi yaratıyor ziğinlerde. cücenin karşımıza çıktığı her sahne kesik bir grilik hissi veriyor. bütünden kopuş mahiyetinde kareler , duvara asılı tablodaki kapıdan bizi içeri sokuyor. bu 'laura palmer' ın zihninde yarattığı, kendi şahsında bizi hapsettiği bir dünyaya çıkartıyor izleyiciyi. 'david lynch' diğer filmlerinde olduğu gibi insanın içinde bastırdığı , dışarı çıkmasını engellediği dürtülerini, anlaşılmaya imkan vermeyen bir tarzda sunarak, zor ve bir o kadar da yaratıcı ve özgün bir beyne sahip olduğunu bizlere gösteriyor.ve melek süzülüyor . ?laura palmer? arınıyor dünyasında bedeninden . beyaz bir dünyada kanatlanıyor gözleri , buharlaşıyor yaşları ve yeşil, duvarlarda kağıtla kaplı. Kırmızı perde son kez kapanıyor ; içinde sönen ateşle ......?