ÇOKTAN KÜLT STATÜSÜNE GİRMİŞ BU ŞAHESERİ ŞİDDETLE TAVSİYA EDİYORUM
Jean Jacques Annaoud ustadan belgesel tadında enfes bir kült film.Ne yazık ki ülkemizde pek tanınmasada dünyada oldukça tanınır ve tez konusu olmuştur.Konu olarak üstüne pek gidilmemiş bir çağı işler ,.Buzul devrinde ya da (taş devri)nde hayati öneme sahip olan ateş için iki farklı insan ırkı arasında ki (neanderthal manlar ile daha ilkel insanımsı canlılar) ile yapılan mücadeleleri anlatır.Harun yahya okuyor insanların adem ve havvadan türediğine inanıyorsanız izlemenize gerek yok.Bilime ve sinemaya meralıysanız kaçırmayın.Oldukça etkileyici sahneler var, insanlığın ne gibi merhalelerden geçtiğini ve ilkel çağlarda yaşamın nasıl olduğunu merak edenler için M.ö 10 .000 gibi dandik bir yapımın acısını unutturur size.Soyları 10 000 yıl önce tükenmiş kılıç dişli kaplan( smilodon fatalis) 1982 yılının teknolojisi ile nasıl bu denli gerçekçi canlandırmışlar hayret etmemek mümkün değil.
Tarih öncesi çağda ellerindeki ateşi bir saldırı sonucu kaybeden bir kabilenin üç üyesi yeni bir ateş kaynağı bulmak için yolculuğa çıkar.
ÖZET: Tarih öncesi çağda ellerindeki ateşi bir saldırı sonucu kaybeden bir kabilenin üç üyesi yeni bir ateş kaynağı bulmak için yolculuğa çıkar. Bilimsel gerçeklere dayanarak yazılıp yönetilen filmde ateş arayışının yanı sıra mağara adamlarının günlük yaşamlarının nasıl olduğu da resmedilir.
Fransız yönetmen Jean-Jacques Annaud; ülkemizde ve dünyada da daha çok Der Name der Rose (Gülün Adı, 1986),Enemy at the Gates (Kapıdaki Düşman, 2001) ve Seven Years in Tibet (Tibette Yedi Yıl, 1997) gibi filmlerle tanınsa da erken dönem filmlerinden olan La guerre du feu(Quest for Fire – Ateş Savaşı, 1981), hem kendi filmografisi içinde hem de sinema tarihinde bir kilometre taşıdır. Çünkü hâlâ günümüzde bile mağara adamları yalnızca sinemanın komedi / güldürü damarını besleyen objeler olarak görülmektedir. Nedeni nedir bilinmez ancak ilk insanın gerçek yaşamı sinemayı da seyircisini de pek ilgilendirmemiştir.
Hal böyleyken Annaud’un 1981 yılında bilimsel gerçeklere dayanarak (yapım aşamasında bilim adamlarından yardım almıştır) çektiği La guerre du feu, anlattığı konu itibariyle bir ilk ve maalesef aynı zamanda sondur! Elbette 1981 yılından bu yana evrimle ilgili yeni bilgilere ve bulgulara ulaşılmıştır ve bu durum filmin kimi “gerçekçi” yönlerine darbeler vurmuştur. Ancak ortaya çıkan yeni veriler filmin doğruluğunu bütünüyle sarsacak kadar güçlü değildir. Özellikle Neandertallerin dış tasvirlerinde görülen ufak farklılıklardır güncelliğini yitiren. Bunun haricinde seksen bin yıl önceki ilk insanları ve kardeş atalarımızı gerçeğe en yakın şekilde görmek tarifsiz bir keyif doğrusu.
Homo sapiens ile bir ateşin başında karşılaşıyoruz. Ateş keşfedilmiştir ancak yeni baştan nasıl yakılacağı henüz bilinmemektedir. Bu yüzden aynı atadan gelen ilk insanlar arasında acımasız bir ateş savaşı sürmektedir. Dolayısıyla da ateşi hiç sönmeden muhafaza edebilmek gerçekten de meşakkatli bir işe dönüşmektedir! Nitekim çok geçmeden Neandertal ile de karşılaşırız. Homo Sapiens’e göre daha hayvansı ve güçlü bir görünüme sahip olan bu tür, ateşi ele geçirmek için Homo Sapiens kabilesine saldırır. Oldukça vahşi sayılacak bu sahnenin ardından ateşi kaybeden kabilenin üç üyesinin ateş arayışına tanıklık ederiz.
Bu noktadan sonraysa binbir çeşit maceralarla dolu bir yol filmine döner La guerre du feu. Fakat Annaud’un filminde sadece macera ögeleri yoktur, aynı zamanda ilk insanların duygusal dünyası, ilkel korkuları, hazları ve aşkları da görmeye değer ayrıntılardandır ve filmin tekdüze bir belgesel görünümünden kurtulmasında ilk elden fayda sağlarlar. Aksi halde mağara adamını anlatan bir film yapmak ve bunun her anını ilgi çekici kılabilmek hiç de kolay değildir. Eğer tarih öncesi insanı yalnızca hayvan gibi yaşayan, düşünme yetisini kullanmayan bir canlı olarak kabul ederseniz tabii… Annaud ise, zeki bir tercih yaparak, ilkel insanın doğayla verdiği mücadeleyi ele alırken insanın düşünce ve yaşam şeklini es geçmiyor. Maymunsu bir ilkellikte yaşarken insanlığın ufak kıvılcımlarını bu insanların içerisinde gördüğünüzde duygusal olarak etkilenmemeniz elde değil. Bugünkü insanı düşünerek, binlerce yıl sonra katedilen yolu gördüğünüzde La guerre du feu’yu geçmişe ayna tutan bir film olarak kabul ediyor ve dramatik değişimin boyutlarından ötürü büyülenmiş gibi hissediyorsunuz.
Örneğin filmin başlarında cinsellik, bir hayvan misali çiftleşme şeklinde görülürken ilerleyen sahnelerde bunun duygusal bir eyleme dönüşmesi o ilkel insanın içinden çıkmayı bekleyen modern insan genlerine bir atıfta bulunuyor. Ya da duygusal olarak insanın ilk defa birine karşı bağlılık hissetmeye başlaması, gülmenin öğrenilmesiyle ilk mizahın tohumlarının ekilmesi gibi ilkleri sunan La guerre du feu; bu sayede farklı, yabancı bir canlı türünü anlatan bir belgesel gibi algılanamıyor. Ve böylelikle de seyircinin bu mağara adamlarına karşı kayıtsız kalmasının önüne geçilmiş olunuyor.
Yine de filmin kusurlu yönlerinin olmadığını iddia edemeyiz. Belki de tüm öykü Homo Sapiens gözünden aktarıldığı için ama özellikle belki de bazı Neandertalleri yamyamlık yaparken (ki homo sapiensleri yediklerinden ötürü tam olarak yamyam oldukları söylenemez) gördüğümüz için filmin bir nebze de olsa ırkçı olmak gibi bir hataya düştüğünü söylersek yanılmış olmayız. Ancak şu da var ki; bu iki türün birbirleriyle karşılaştıkları sahnelerde Homo Sapienslerin hayatta kalırken Neandertallerin neden yok olduğunu gayet iyi anlayabiliyoruz. Neandertal, daha iri yarı ve kuvvetli olmasına rağmen Homo Sapiens’ten daha zeki değildir. Daha doğrusu Neandertal’in bu fiziksel üstünlüğü; Homo Sapiens’i düşünmeye, zekasını kullanmaya itmiştir. Bu gerçeğe de en net şekilde mamutların olduğu sahnede tanık oluruz. Savaşarak kurtulamayacağı bir durumdan aklını kullanarak kurtulabilen bir ırk karşısında öteki ırkın hiçbir şansının olamayacağı tartışmaya kapalı bir gerçektir! Ve sırf bunun gibi ince nüansları gösterdiği için bile iyi bir belge niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz La guerre du feu’nun.
SON KARAR: İnsanoğlunun tarihine, evrimine meraklı olan her bünyenin muhakkak, hem de en az bir defa, görmesi gereken bir yapım bu! Çünkü türünün tek örneğidir La guerre du feu! Mağara adamını içerisinde barındıran öteki filmlerin derdi insanı araç olarak kabul edip yalnızca bir öykü anlatmakken La guerre du feu’nun birincil derdi insanın kendisini, varoluşsal kaygısını anlatabilmektir.