SUÇ FİLMLERİNDE BİR KLASİK BİR BAŞYAPIT
Mafya-polis çatışmalarının gazete manşetlerinden inmediği 1930'lu yıllar Amerika'sında gangster filmleri de dönemin en popüler film türlerinden biri haline gelir. Bu yıllarda gangster sineması, Scarface'den Little Caesar'a, The Public Enemy'den Angels with Dirty Faces'a birbirinden etkileyici klasiklerle en parlak dönemini yaşarken, 1940'lı yıllara gelindiğinde suç filmleri kabuk değiştirerek, adına kara-film denen yeni bir film türü ortaya çıkar. Kaynaklarda her iki türün örnekleri arasında da ismi anılan filmlerden biri olan 1941 yapımı High Sierra, daha çok gangster filmlerine yakın tarzda bir yapımdır. Senaryosunu, aynı yıl içinde kara-film türünün fitilini ateşleyecek olan The Maltese Falcon'un yönetmeni John Huston'ın, W.R.Burnett'in aynı adlı romanından yola çıkarak yazdığı, yönetmenliğini sessiz sinema yıllarından 1950'li yılların ortalarına kadar Hollywood'un 30 yıllık bir dönemine damgasını vuran isimlerden Raoul Walsh'un üstlendiği filmin, en dikkat çekici özelliği ise sinema tarihinin efsanevi yıldızlarından Humprey Bogart'ın bu filmde canlandırdığı Roy Earl karakterinin dev aktörün sinema kariyerindeki ilk başrolü olmasıdır.
Hikaye, ünlü gangster Roy Earl'ün eski bir dostu sayesinde hapishaneden çıkışıyla başlar. Eski dostun amacı, büyük bir soygun işi için kurduğu ekibin başına, bu işin en usta ismi olan Earl'ü geçirmektir. Earl için ise artık devir değişmiştir; eski iş ortaklarının çoğu ölmüş, hayatta kalanlar hapsi boylamış, beraber iş çevirmek için güvenebileceği neredeyse kimse kalmamıştır. Ancak yeni bir yaşama başlamak ve yıllardır hayalini kurduğu sakin bir çiftlik hayatına kavuşabilmek amacıyla paraya ihtiyacı olan Earl, suç dünyasından sonsuza dek elini eteğini çekebilmek için son bir vurgunun daha riskini göze almak zorundadır...
Bu tarz filmlere meraklı sinemaseverlere oldukça klasik gelebilecek ana hikaye, film ilerledikçe farklı tatlarla zenginleşiyor. Sinemanın kalıplaşmış iyi-kötü kavramlarını yerle bir eden yönetmen Raoul Walsh, seyircisini adeta ihanet ve hayal kırıklıklarıyla dolu karamsar bir dünyaya hapsediyor.
Zamanının çok ilerisinde, sert ama bir o kadar da hüzünlü bir klasik olan High Sierra'nın, Humprey Bogart'ın başroldeki varlığını, biraz da bu alışılmadık yapısına borçlu olduğu söylenebilir aslında. Filmin oldukça sert bir toplumsal eleştiri içeren ve özellikle karakterlerini ele alış yöntemi açısından türünün diğer örneklerinden hayli farklı bir noktada duran senaryosu, önce Scarface'in Antonio Camonte'si Paul Muni, daha sonraysa yine aynı filmde Camonte'nin en yakın dostu Guino Rinaldo'ya hayat veren George Raft tarafından beğenilmeyince, başrolü oynamak da daha önce Roaring Twenties ve They Drive by Night filmlerinde Raoul Walsh ile birlikte çalışmış olan Humprey Bogart'a düşmüş. O da bu büyük fırsatı, kariyerinin en önemli dönüm noktalarından birine çevirmeyi başarmış doğal olarak.
Sonraki yıllarda Casablanca'dan The Maltese Falcon'a, The Big Sleep'den The African Queen'e nice başyapıtlarla adını sinema tarihine altın harflerle yazdıran bir büyük oyuncuyu, ilk başrolünde ve en iyi filmlerinden birinde izlemek için mutlaka keşfedilmesi gereken bir film High Sierra. Gangster sinemasına ve kara-film türüne meraklı sinefiller için ise keşfi zaten bir zorunluluk!