Demir Bakire
Yazar: Burak HatipoğluHollywood filmleri çeken şu Fransız yönetmen / yapımcıyı sevenler çok.Bahsettiğim kişi Luc Besson.
Ses getiren ilk filmi çevirdiği üçüncü film olan "Subway" (1985). Filmin bize kazandırdıkları daha önce sadece "Greystoke: The Legend of Tarzan, Lord of the Apes" (1984)'de kayda değer bir rol kapmış olan Christopher Lambert ( ki asıl patlamasını 1986 yılında "Highlander - İskoçyalı" adlı nefis filmle gerçekleştirecektir ) ve paten kayma merakı oldu.
Sonra gelen tüm filmleri ilgiyle izlendi.Şu yazıda en son filmi "The Messenger : The Story Of Joan Of Arc" (1999)'a kısaca değinelim isterseniz.
Bir kere filmde kimler yok ki : Milla Jovovich ( "The Fifth Element" ) , John Malkovich ( şu "Being John Malkovich" adlı filmi çok merak ediyorum. Kaç daldada Oscar heykelciğine aday oldu ha.) , Faye Dunaway ( en son "The Thomas Crown Affair" 'de vardı ), Dustin Hoffman ( lütfen bir daha "Sphere - Küre" gibi filmlerde oynama) , Tcheky Karyo ( yürüyen karizmam benim )
Sinemaya girerken 160 dakika dayanabilecek miyiz korkusu vardı içimde. Zorlu bir 15 dakikadan sonra filmin devamı kolayca geldi.
Bir kere Joan karakteri fazla "kutsal" gösterilmemiş. Fransızların milli değerler konusunda ne kadar hassas olduklarını heriflerin Ingilizce'yi öğrenmemekte inat etmelerinden kolayca anlaşılabiliyor. Bir dönem Fransız kökenli bir şirkette çalışıyordum. Allah düşmanımın başına vermesin.Neyse.Bu açıdan film kocaman bir artıyı hak ediyor. Joan sıradan bir insan (ölümlü) olarak sunuluyor. En büyük özelliği zor durumlar karşısında kendisini ve sınırlarını aşmaya başlaması. Bilhassa xxx Dustin Hoffman ile karşı karşıya kaldığı sahnelerde içinde bulunduğu ikilem başarılı.
Yan karakterlerin hepsi nefis. Seyrederken son dönem Disney filmleri geldi aklıma. Hani has karakterin yanında bir hayvan, çaydanlık veya heykelden oluşan "side-kick" tayfası olur ya.Şu komutanların oluşturduğu kare as aynen bu hisleri uyandırdı bende. Filmin tüm mizah unsurunu oluşturuyorlardı. Neyse ki Besson komedi olayını "The Fifth Element" ' teki kadar abartmamıştı. Herşey tam dozundaydı.
Savaş sahnelerini "Braveheart - Cesur Yürek" ile karşılaştırmaya kalkanlar olacaktır. Hiç gereği yok.
Sonuçta Luc Besson bizi yine hayal kırıklığına uğratmamayı başardı.
Bu arada Oscar adayları açıklandı.
Basın gösterimini kaçırdığım "American Beauty - Amerikan Güzeli" 8 dalda aday.
En iyi film dalında aday olan eserlerin hiçbirini izlemedim. "The Sixth Sense - Altıncı His" 'sin sonu bana söylendiği için filme gidip gitmeme arasında karar veremiyorum.
Oyuncu olarak adaylıklarına sevindiğim şahsiyetler Sean Penn, Kevin Spacey ( "Usual Suspects - Olağan Şüpheliler" ve "Se7en - Yedi" ile nasıl peşpeşe iki bomba patlatmıştı ama), Tom Cruise ( hey hey hemen itiraz etmeyin, o değişimi başarmışlardan ), Jude Law ( hayatımda izlediğim en iyi aşk filmlerinden biri olan "Music From Another Room - Yan Odadan Melodiler" 'de onu pek bir sevdim, takdir ettim ), Julianne Moore ( son dönem filmlerinin hepsinde iyi, bıraz fazla film çevirmeye başladı ). Kapanışı pek bir nefis Toni Collette ile yapalım. "Muriel's Wedding" (1994)'i bulun ve izleyin
Oscar ödüllerine daha çok var ama benim bir dahaki yazıma sadece bir hafta var.
Eyvallah.