Politik Şeytan
Yazar: Ali ErcivanBu yeni Omen projesinin baştan eleştirilmeye mahkum olmasının sebebi, aslında sadece bir vizyon tarihi üzerine kurulmuş olması. 1976 tarihli orijinal filmin neredeyse birebir yeniden çevrimi olan bu proje, sadece 6.6.06 tarihinde şeytan ve kıyamet temalı efsanevi bir filmi gösterime sokma fırsatını kaçırmamayı amaçlamış görünüyor. Fakat bunun neden bir sakıncası olsun ki? Her şeyden önce, ticari olarak çok akıllıca bir adım. Ayrıca seyirci için de çok eğlenceli bir fikir. Ve John Moore'un filmi, parsayı toplamak için yapılmış bir yeniden çevrimden biraz daha fazlası olmayı da başarıyor.
Hikaye malum. Genç bir diplomat, doğum sırasında bebeklerinin öldüğünü karısından gizleyerek, aynı süreçte annesini kaybettiği söylenen bir bebeği kendi çocuğunun yerine koyar. Ama bu bebek, kutsal kitaplarda tanımlanan kıyamet alametlerinin ardından dünyaya gelen şeytanın oğludur ve amacı, "politika" denizinden yükselerek dünyayı kutuplara bölüp insanoğlunu yok etmektir.
Filmin en oyunlu taraflarından biri bu "politika" meselesi. Kehaneti yakın geçmişin önemli olaylarıyla ve nihayetinde şeytanı bizzat Beyaz Saray ile ilişkilendiren film, malzemesinin ve zamanlamasının getirdiği fırsatları kaçırmıyor. Yeni filmin siyasi potansiyeli, sadece bu zamanlama sebebiyle bile orijinaline göre daha zengin.
Yönetmen Moore, özellikle mekan kullanımı açısından çok başarılı bir iş çıkarmış. Mekan tasarımı ve sunumuna gösterdiği özeni, karakterlere ve dramaturjiye de gösterdiğini söylemek güç. Ama bu tür filmlerden bekleyegeldiğimiz biçimsel başarıyı yakalıyor. Mekan kullanımı, görüntü yönetimi ve özgün müziklerin de başarısıyla birleşince, bu oldukça yavaş filmi yine de keyifli bir seyirliğe dönüştürüyor.
Liev Schreiber ve Julia Stiles'ın temiz performanslarının yanında, filmin en dinamik karakterini usta İngiliz oyuncu David Thewlis yaratıyor. Şeytanın oğlu rolünde küçük oyuncu Seamus Davey-Fitzpatrick, belli ki sadece fiziksel uygunluğu nedeniyle seçilmiş. Son dönemde örneklerine sıkça rastlar olduğumuz yetenekli çocuk oyunculardan biri olduğunu hiç söyleyemeyeceğimiz bu velet, filmde de minimum düzeyde rol yapmasını gerektirecek şekilde kullanılmış. Ama o gözlerini kısıp bakışı bile bu rol için yeterli zaten. Fiziği ve ürkütücü ifadesi, bu rolü oynamak için biçilmiş kaftan.
Filmin en büyük esprisi şüphesiz dadı rolündeki Mia Farrow. Sinemadaki ilk büyük çıkışını Roman Polanski'nin 1968 tarihli korku sineması başyapıtı Rosemary'nin Bebeği (Rosemary's Baby) filminde şeytanın çocuğunu doğuran kadın rolüyle gerçekleştirmişti Farrow. Bu kez de şeytanın hizmetkarı rolünde. Doğrusu işin bütün esprisi de bu kadar; sadece Farrow'un bu filmde yer alması. Gerisi sadece estetik ameliyatlar ve botoksla şişmiş, gerilmiş, acayipleşmiş bir surat. Bir oyuncunun kendine bunu yapması affedilir gibi değil.
Neticede, ortaya çıkan film özünde elbette sadece ticari gayelere dayanıyor. Fakat bu başarısız bir uygulama olduğu anlamına gelmiyor. Omen, abartılı ses efektleriyle seyirciyi yerinden zıplattığı birkaç noktası dışında korkutmayan ve orijinali kadar asap bozamayan ama yine de eğlenceli bir seyirlik olmayı başarmış, elinin altındaki politik fırsatları da kaçırmamış bir film.