Yeni Ailem’de...
Yazar: Ayşegül KesirliII. Dünya Savaşı sırasında İtalya'da doğan "Yeni Gerçekçi" sinema hareketi, savaşın korkutucu yüzünü izleyiciye çocukların gözlemleri ile aktarma misyonu taşıyordu. Roberto Rossellini, Luchino Visconti ve Vittorio De Sica gibi sinemacıların başını çektiği bu harekette, çocuklar savaş sonrası İtalya'nın durumunu gözlemleme görevi görüyorlardı. Çocukların politik düşmanlıklarla kirlenmemiş, saf bakışları, bu hareketin içinde yer alan filmlerin savaşın yıkıntılarını gerçeğe yakın bir tarafsızlıkla gözler önüne sermelerine yardımcı oluyordu.
Thomas Gilou yönetmenliğindeki Yeni Ailem, "Cezayir Bağımsızlık Savaşı" sırasında Fransa'da var olan düşmanca atmosferi başrolünde yer alan Messaoud'un (nam-ı diğer Michou'nun) gözünden anlatıyor ve bu yönüyle İtalyan Yeni Gerçekçilerine yakın duruyor.
Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi Yeni Ailem'in bir dönem filmi olması onu politikleştiriyor. Çünkü film tam da Cezayir ve Fransa arasındaki çatışmaların kızıştığı, Jean-Paul Sartre gibi birçok Fransız düşünürün Cezayir Bağımsızlık Cephesi'ne destek verip tartışma yarattığı ve Fransa'da Arap karşıtlığının toplumun her kesimine yayıldığı bir dönemde geçiyor. Ancak filmin, dönemin tüm politik olaylarını Michou'nun hikayesi üzerinden anlatması, onun zamanın güncel konularını derinlemesine irdelemesini de engelliyor, ki bana kalırsa filmin yapmak istediği de tam anlamıyla bu.
Yeni Ailem'in dönemin Fransa'sında yaşanan kanlı ve düşmanca olaylardan çok sevgiye, kardeşliğe vurgu yapmayı amaçlayan hümanist bir yapısı var. Başkahraman Michou da, bu hümanist havanın öykünün her kademesine yayılmasını sağlayacak kadar sevecen bir karakter.
Küçük yaşta ailesinden ayrılan ve doğduğu günden beri sahip çıktığı Cezayirli kimliğini gizlemek zorunda kalan Michou, oldukça sakin, iyi huylu ve uyumlu bir çocuk. Kaldığı yetiştirme yurdundan Gisele'in ellerine teslim edildikten sonra sadece birkaç saat içinde ismi, dini ve görünüşü değişen Michou'nun bu değişimi hiç direnmeden sakince kabul etmesi filmin barışçıl havasını besler nitelikte.
Ancak Michou'nun bu tavrı bir o kadar da dikkat çekici. Sizin de hatırlayabileceğiniz gibi geçtiğimiz yıllarda yönetmen Radu Mihaileanu Bir Şans Daha Va, Vie et Deviens isimli filminde Yeni Ailem'dekine benzer bir kimlik problemine değinmişti. Ancak bu filmin Yahudi gelenek ve göreneklerini benimsemek durumunda kalan Müslüman başkarakteri, yeni yaşamına, yeni ailesine uyum sağlamak için oldukça zorlu, yorucu bir mücadele vermişti.
Michou'nun mücadelesi ise aslında bir mücadelesizlik. Filmin karaktere olan bu yaklaşımı ana fikrini de başarıyla destekliyor aslında. Filmin de söylemeye çalıştığı gibi Michou, yeni 'Fransız' kimliğine bürünmeden önce de Fransa'da doğmuş, büyümüş, o ülkede yetişmiş bir çocuk zaten. Cezayirli bir ailenin çocuğu olarak Arap kültürünü içine sindirerek yaşamış olması onu herhangi bir Fransız vatandaşından farklı yapmıyor. Bu yüzden de Michou'nun geçirdiği kimlik değişimi bir değişim bile değil esasında.
Yeni Ailem'in sevgiyi, hümanizmi yücelten barışçıl bir film olarak birçok politik filmde olduğu gibi kanlı çarpışmaları, şiddetli çatışmaları izleyicisinin gözüne sokmak gibi bir derdi yok belki. Ancak ırkçılık, radikal milliyetçilik ve aynı ülkede yaşayan farklı kültürlere sahip kişilerin yersiz çatışmaları hakkında birçok politik filmin kolay kolay söyleyemediği sözleri söylemeyi biliyor.
Bütün bunlar bir yana filmin yıldızının Gérard Depardieu olduğunu tahmin etmek zor değil. Depardieu, filmde Georges adında eski bir ordu mensubunu canlandırıyor. Filmin ilk 20 dakikası boyunca ortalıkta görünmeyen Depardieu, sahneye bir çıkıyor pir çıkıyor.
Usta oyuncu, bütün iyi niyetine rağmen değişen dünyanın yeni politik ortamına ayak uydurmakta zorlanan Georges karakterini yer yer başarıyla karikatürize etmiş. Depardieu, Michou'ya olan sahiplenici tavırları ile dikkat çeken, uçarı, çapkın Georges'un iç dünyasını izleyici için resmen görünür kılmış.
Oldukça barışçıl bir atmosferde başlayan filmin ritmi de oldukça iyi ayarlanmış. İlk sahnelerin sakinliği ilerleyen dakikalarda yerini heyecana bıraktığına kalbimiz küt küt atmaya başlıyor. Güçlü bir duygusal bağ ile bağlandığımız karakterler filmin sürükleyiciliğini derinden etkiliyorlar. Filmin sakin gidişatı yerini heyecana bıraktığında koltuğumuzda rahat rahat oturamaz hale gelmemizin en belirgin nedeni karakterler için "ya başlarına bir şey gelirse" endişesini duymamız. Filmin geçtiği kırsal bölgenin bütün sakinliğine rağmen fırtınadan önceki sessizlik hissi yaratması da filmin temposunu her daim yüksek tutmaya yardımcı oluyor.
Samy Seghir, Nathalie Baye ve Mathieu Amalric'in başarılı ve içten performansları ile de renklenen Yeni Ailem, bir çocuğun sevgisinin ve inancının her şeyden üstün olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Thomas Gilou'nun kimlik, kardeşlik ve vatandaşlık kavramları üzerine çektiği bu film, bana kalırsa her şeyden önce Gérard Depardieu'nün performansı için izlenmeye değer.