Gözü Olanın Özü Çıksın!
Yazar: Serdar KökçeoğluKırmızı başlıklı kız masalını hatırlatmaya gerek yok. Belki masalın detayları, çağdaş yorumların bolluğu arasında hafızalardan silinmiş olabilir fakat masalın kız ve kurt gerilimi popüler kültürden sanat dünyasına kadar hemen yerde kullanılmaya ve hatırlatılmaya devam ediyor.
David Slade’in, öyküsü iyi oluşturulmuş, iyi oynanmış ve iyi görüntülenmiş Lolipop’u; büyüleyici bir başlangıç yapıp izleyeni heyecan içinde bırakan ama hızını iyi ayarlayamadığı için bitişe doğru sürünen bir atletin üzücü performansını andırıyor. Slade’in kırmızı başlıklı kız yorumu, beyazperdenin en ilginç internet buluşmalarından birini ele almasına rağmen, iyi düşünülmemiş ve uzatılmış finali nedeniyle, ağızlardaki tadını bitene kadar koruyamıyor.
14 yaşındaki Hayley’in, 32 yaşındaki Jeff ile internette küçük bir baştan çıkarma oyununun ardından buluşması, kimin tehlikeli olduğunu tahmin etmek güç olmasa da, oyuncuların katkısı ile gayet sıkı bir başlangıç oluşturuyor. Brian Nelson, Hayley’in intikamcı rolüne soyunmasını ve avıyla oynamaya başlamasını da gayet makul diyolaglarla desteklemiş.
Aslında filmin koşusu, Hayley’in Takashi Miike tarzı cezasına kadar da iyi gidiyor. İşte bu rahatsız edici 'kastrasyon' oyunuyla birlikte, Jeff’in geçmişine dair bazı sırların belli olması ve finalin de Hayley’in gidişiyle erkenden gelmesi, benim açımdan ortaya zımba gibi bir film çıkarabilirmiş.
Bir kere filmin Hayley’in mesleği üzerinden moda fotoğrafçılığına ve röntgenciliğe getirdiği eleştiriler dikkat çekici. Mesleki ya da erkeksi (filmde çok farklı değil) hırsının kurbanı olan Jeff ise bir şekilde sembolik olarak, 'gözü olanın özü çıksın' mantığında cezasını çekiyor.
Ölüm Provası’nı andıran bu suç ve ceza oyunu sonrası gelen gerilim yaratma çabaları, koşuşturma ve inandırıcılıktan yoksun ahlakçı son sahne, filmi yavaş yavaş deviriyor!
Lolipop’u, pedofili ve internet ilişkileri üzerine bir başyapıt olarak kabul edenler ne kadar abartıyorsa, MS 45 veya I Spit On Your Grave’den bir gömlek üstün bir istismar filmi olarak kabul edenler de o kadar 'anlamıyor' diyebiliriz. Bir kere tamamı bir evin içinde ve çatısında geçen filmin oyuncuları Patrick Wilson ve Ellen Page rollerini bir an bile üzerinden çıkarmıyorlar. Zaman zaman ikiliden rol çalan moda fotoğrafçısı evi de son derece iyi düzenlenmiş ve iyi çekilmiş.
Kısaca, koşusunu otuz dakika kadar geç tamamlayan ama sinema tarihinin en genç, en 'sevimli' intikam meleklerinden birine yer veren ve kadın (çocuk) istismarı üzerine rahatsız edici olmaktan çekinmeyen bir film var ortada. Slade şüphesiz cesur bir sinemacı fakat senaryonun gerektirdiği gerilim becerisini reklam ve klip birikiminden alamadığı da çok açık.
Dileriz bu eksikliği yeni filmi 30 Days Of Night’a taşımaz çünkü korku temalı çizgi romanların en etkililerinden biri olan Night, böyle bir hatayı affetmeyecektir.
*Bitiş jeneriğinde Blonde Redhead’in çalması filmin artı hanesine yazılabilir.