Hesabım
    Şeytan Marka Giyer
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Şeytan Marka Giyer

    Sıfır Beden Şeytan

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Gösterdikleriyle anlattıkları birbirini tutmayan filmlerin samimiyetsiz yaklaşımları bazen beni öyle huzursuz ediyor ki, böyle filmleri izlediğim süre boyunca içimden etrafımdaki herkesi filmin ikiyüzlülüğüne karşı uyarmak geliyor. Çünkü bu tarz filmler çoğunlukla hikayeleriyle bir insanda var olması gereken bütün erdemleri işaret ettikleri halde gösterdikleriyle bu erdemlerin içlerini boşaltıyorlar. Yani kendi vurguladıkları bir öğretiyi yine kendileri yalanlıyorlar.

    Belki de asıl amaçları bir öğretiyi vurgulamak bile olmuyor, sadece gösteriş yapmak ve ortaya "herkese" hitap edebilecek azıcık içerikli azıcık da şaşalı bir film çıkarmak istiyorlar. Bu gösteriş merakları ve gişe kaygıları yüzünden de kendi kahramanlarının kendi elleriyle belirledikleri kaderlerini anlamsızlaştırıp, hiç istemedikleri halde onları herkesin önünde küçük duruma dahi düşürebiliyorlar.

    İsmi nedeniyle aylarca reklamcılık hakkında çarpıcı tüyolar veren bir sektör kitabı sandığım, aynı adlı romandan uyarlanan Şeytan Marka Giyer, bana kalırsa tam bu kategoriye girebilecek bir film. Yaklaşık bir senesini Vogue dergisinin baş editörü Anna Wintour'un asistanı olarak geçiren Lauren Weisberger, romanını, dergide geçirdiği süre boyunca edindiği deneyimlerden yararlanarak yazdığını belirtmiş. Fakat bu söyleme ek olarak romanda anlatılan acımasız moda editörü Miranda Priestly'in Anna Wintour'dan esinlenilerek yaratılmadığını iddia etmiş.

    Tabi ki ilk söylemini dikkatli dinleyen hiç kimse Miranda'nın Anna Wintour'u yansıtmadığına inanmıyor. Yani anlayacağınız bu roman öncelikli olarak güncel bir dedikodu değeri taşıyor. Herkes Anna Wintour'un özel hayatında ne işler çevirdiğini, Vogue Dergisi'nin kapalı kapıları ardında ne dolaplar döndüğünü merak ediyor. Kimse romanın başkarakteri Andy Sachs'ın başından neler geçtiğiyle veya başından geçenlerden ne gibi dersler çıkardığıyla özellikle ilgilenmiyor aslında. Kimin ne giydiği, o sene hangi rengin daha moda olduğu, modayı kimlerin nasıl belirlediği gibi ulvi konular ister istemez her şeyden daha fazla öne çıkıyor.

    Görsel materyali insan zihniyle sınırlı olan kitaptan filme gelindiğindeyse Andy Sachs'ın pabucu daha da bir dama atılıyor. Zihnin sınırlarından çıkıp, gözle görülür hale gelen sıfır beden kadınlar ve şatafatlı tasarımlar önlerine çıkan her konuyu ezip, ilgi çekme maratonunda ilk sıraya yerleşiyorlar. Hikayesi gereği moda dünyasının acımasız yüzünü gözler önüne seren, eleştiren, dahası moda aleminin insanı şeytana çevirdiğini iddia eden bir filmin, görselliğinin bu kadar ön planda olması ve ister istemez bütün ilgiyi moda dünyasının güzelliklerine yöneltmesi içeriğiyle belirgin bir zıtlık yaratıyor.

    Tam bu noktada seyirci, karakterimiz Andy'ninkine benzer bir çelişki yaşamaya başlıyor; "Acaba kendimi moda dünyasının çekiciliğine kaptırıp, içeriği bir kenara mı bıraksam yoksa içeriğe yoğunlaşıp bu hikayeden kendi adıma bir ders mi çıkarsam?" Bu mücadelenin sonunda ister istemez kendimizi öncelikle gelen geçeni izlerken, üstlerine ne giydiklerine bakıp, tavırlarına dikkat ederken buluyoruz ve arada sırada da Andy'nin neler yaptığına şöyle bir göz atar hale geliyoruz.

    Bizler Andy gibi erdemli olmayı tercih etmeyip, şeytana uyuyoruz, bununla birlikte Andy'nin ahlakçı tavrını da içi boş ve yavan buluyoruz. Hayati kararlarını anlamlandıramıyoruz ve Andy ile gerçek hayat arasında bağlantı kurmakta oldukça zorlanıyoruz. Böylelikle kendilerini film yerine bir moda şovu izlemeye kaptıran diğer izleyicilerle beraber, karakter tahlillerinin ve konusal yaratıcılığın önüne geçen renkli, moda dünyasının resmen kurbanı oluyoruz. Bu durum bizi memnun ediyor mu? Açık söylemek gerekirse ediyor. Fakat bu memnuniyetimiz başarılı bir film izlemekten öte eğlenceli bir moda şovu izlemekten kaynaklanıyor.

    Bana kalırsa Şeytan Marka Giyer'i baştan sona izleme hevesi uyandıran ve onu şık bir defileden bir filme dönüştüren en önemli unsurlar, kuvvetli oyuncu kadrosu ile yerinde kullanılan başarılı esprileri. Filmin resmen yıldızı haline gelen Meryl Streep, çoğunlukla konuşmayan, konuşsa da hiçbir zaman sesini yükseltmeyen, her duygusunu bakışlarıyla ve beden diliyle dile getiren şirret Miranda Priestly rolünde resmen sadece gözlerini ve mimiklerini kullanarak muhteşem bir performans sergiliyor. Nigel rolüyle oyunculuk açısından ikinci sırayı alan Stanley Tucci ise filmin sürükleyiciliğine büyük katkıda bulunuyor.

    Başarılı oyunculuğa istisna olarak Andy Sachs karakterini canlandıran Anne Hathaway'ı görüyoruz. İzleyenlere gerek performansı gerekse görünüşüyle nedeni belirsiz bir yerini bulamamışlık hissi veriyor. Acemi Prenses: Kraliyet Nişanı'ndakine oldukça yakın bir oyunculuk sergileyen Hathaway, canlandırdığı karakterin kimyasını tam kavrayamamış, karakterinin iç çatışmalarını hazmedememiş izlenimi yaratıyor ve ne üzerine giydiği kıyafetleri ne de başından geçen duygusal deneyimleri taşımasını beceriyor.

    Şunu belirtmem gerekiyor ki "Bir moda dergisinde bir seneden fazla zaman geçirdikten sonra bir insanın idealleri uğruna bir anda zevksiz giyinmeye başlaması mümkün müdür?" ve "Film kadınları, diş macunu kullanmaksızın dişlerini fırçalamayı nasıl becerir?" soruları şahsen benim filmden sonra aklımda oluşan sorgulamaya yönelik ilk konular. Filmin insanın içine gömdüğü gizli alışveriş dürtüsünü bir anda nasıl ortaya çıkardığındansa söz etmeme bile gerek yok kanımca. Lakin esprili diyaloglarla süslenen ve kuvvetli oyuncuları sayesinde hikayenin komediye dönük bölümlerinin üstesinden başarıyla gelen Şeytan Marka Giyer, aslında yeterince boş vakti olanları ve moda düşkünlerini oldukça memnun edebilecek eğlenceli bir seyirlik.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top