Hesabım
    İskoçya’nın Son Kralı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    İskoçya’nın Son Kralı

    Son İskoçyalı’nın Derdi Popüler Olmak

    Yazar: Ali Ercivan

    Afrika kıtası son yıllarda farklı şekillerde ana akım Batı sinemasına malzeme olmaya başladı. Hotel Rwanda ve Arka Bahçe gibi filmlerin hem gişe hem de ödül anlamında tatmin edici başarılar elde etmelerinin ardından, bu yıl da (The Last King of Scotland) Oscar yarışında yerini aldı.

    Bu hafta vizyona giren ve Oscar yarışının daha da güçlü bir adayı Kraliçe’nin (The Queen) müthiş senaryosunun da yazarı olan Peter Morgan ile Driving Lessons adlı filmle geçtiğimiz yıl ilk yönetmenlik denemesine de imza atan Jeremy Brock tarafından yazılan İskoçya’nın Son Kralı, belgesel kökenli Kevin MacDonald tarafından yönetilmiş.

    Filmde, 1970’lerde macera yaşamak ve gönül eğlendirmek için rastgele seçtiği Uganda’ya gönüllü olarak giden genç bir İskoç doktorun, o dönemde Batı destekli bir askeri darbe ile ülkenin yönetimini ele geçiren İdi Amin ile tesadüfen başlayan dostluğu anlatılıyor. Bu kurmaca dostluk üzerinden, hem dönem ve ülke üzerinde dönen siyasi oyunlar, hem de Afrika’ya salt oryantalist bakışı olan sığ bir Batılı’nın yaşadığı bilinçlenme süreci anlatılıyor. Filmi esas taşıyan ve başarılı kılan da bu ikinci yanı zaten.

    Narnia Günlükleri’nin Mr. Tumnus’ı olarak hatırlayacağınız James McAvoy, aklı sadece macera yaşamak ve Afrikalı kadınlarla gönül eğlendirmek olan genç doktoru büyük bir başarıyla canlandırıyor. Doktorun, aptallık düzeyinde bir saflıkla yaklaştığı ve kişisel danışmanlığına getirildiği Idi Amin’in gerçek yüzünü görmeye başlamasıyla yaşamaya başladığı değişim ve hayatını kurtarmaya çalışırken yüzleştiği korkunç vahşet, oryantalizmin bedeli adeta.

    Diktatör Amin’i canlandıran usta oyuncu Forest Whitaker’ın, kendisini En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar’ın favorisi yapan performansı elbette çok güçlü ama aslında oyuncuyu zorlayacak bir materyal içermiyor. Filmi esas taşıyan McAvoy’un karakteri ve performansı. Yönetmenin üslubu ise belgesel kökenini çoğunlukla belli eder cinste. Buna karşılık, filmin senaryo aşamasından itibaren seçtiği yol, mümkün mertebe popüler bir anlatı olmak. Ne çok fazla politikaya dalıyor ne de ülkede yaşanan insanlık dramına. İskoç doktor üzerinden, ilerlediği için, biz de her şeyi onun bakış açısından izliyor, onun kadar biliyor, onunla birlikte vahşetle yüzleşiyoruz. Bu da filmi hafif tutmanın mazereti olabiliyor.

    Uganda’nın o dönemdeki gerçekliği üzerine bir şey söylemek sinema izleyicisi için çok fazla şey ifade etmeyeceğinden ve Afrika’da çalışmaya hoş bir macera olarak bakan -ayrıca bir baba figürüne ihtiyaç duyan- bir doktorun bilinçlenme süreci çok daha zengin bir malzeme olduğundan, seçilen yolu hafife almaya gerek olmadığına inanıyorum. Bu tür yapımların, sanat filmi tanımlamasıyla yetinmeyip daha geniş kitlelere ulaşabilmek için popüler sinemanın sınırları içinde kalmayı tercih etmesine de saygı duyuyorum. Bu çerçevede sinemasal başarılarını değerlendireceksek, Son İskoçyalı pekala sınıfı geçecek bir film.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top