Depardieu <strong>Şantör</strong> Olursa...
Yazar: Zeren SomunkıranGérard Depardieu’yu özlemişim. Fransız sinemasının en çalışkan isimlerinden biri olarak her yıl en az bir filmi ile karşımıza gelen bir oyuncu olsa da, evet özlemişim. Özlediğim şey kendisi değil tabi ki, içinde barındırdığı müthiş oyunculuk gücü. Malesef ki, Gérard Depardieu’yu her zaman bu gücü yansıtabileceği projelerde göremiyoruz. Ama eğer benim gibi özleyenleriniz varsa aranızda, sizi Şantör’e davet ediyorum.
Bazı filmleri sadece oyuncuları seyrettirebiliyor. O oyuncunun olmaması halinde tamamen sıradanlaşabilecek bir film, oyunculuk gücüyle kendine pekala da sınıf atlatabiliyor. Bunun en iyi örneklerinden biri olabilecek bir film Şantör. Ama Gérard Depardieu, filmin açıklarını görmenizi ya da bazı yerlerinde filmden sıkılmanızı engelleyecek denli etkileyici bir performans sergilemiş.
Tam da bir aşk filmi iken konumuz yeri geldiği için söylemek istiyorum. Genel geçer güzellik/yakışıklılık anlayışına göre genelde çirkin kabul edilen bu Fransız aktörün, neden bütün ’En Seksi Erkek’ anketlerinde hep üst sıralarda çıkabildiğini merak eden herkese de bu film ayrıca tavsiye olunur. Seksilik ve çekicilik algılamalarını yerinden oynatırcasına bir performans sergiliyor usta oyuncu. Bu kavramların aslında nasıl da bürünülen ruh hali ve duruşla ilgili olduğunu kare kare ispatlıyor.
Hayata karşı yenilmiş hisseden bir insanın, aşkla yeniden bir toparlanma şansı bulmasının öyküsü Şantör. Alain uzun yıllardır şehrin önde gelen klüplerinde şarkı söyleyen sevilen bir şarkıcıdır. İşine olan saygısını ilk günkü gibi hiç kaybetmemiştir. Fakat son yıllarda artan karaoke çılgınlığı ona olan ilgiyi de azaltmıştır. Kendisine olan ilgideki bu düşüş Alain için kabullenmesi zor bir durumdur. Yaşlanmış ve artık kariyerinin sonuna gelmiş olduğunu kabul etme savaşı verirken bir akşam kendisini dinlemeye gelen az sayıdaki insanın arasından birini farkeder. Arkadaşı Bruno’nun masasında oturan ve onun çalışanlarından biri olan Marian, görür görmez Alain’in çarpılmasına neden olur. Bundan sonrası ise Gérard Depardieu’nun etkileyici oyunu ile son derece inandırıcı, samimi ve insanın içini burkan bir aşk şiirine dönüşüyor adeta.
Bazen bazı öyküler kağıt üzerinde kaybediyor gibi durabiliyor. Hep bildik duygular, aşk, tutku, hayata tutunma çabaları... Ne kadar aynı ve hep bildik bir öykü anlatıyor gibi dursa da, Şantör’ü özel yapan çok önemli artıları var. Anlatış uslübu ve anlatmak istediklerini söyleteceği kişilerdeki isabetli seçim, filmi önemli kılan özelliklerden.
Her birini kendisinin seslendirdiği şarkılarla Gérard Depardieu, bunca yıllık bir kariyere de sahip olsa bir aktörün hala izleyiciyi şaşırtabilecek farklı yönlerinin olabileceğini kanıtlıyor adeta. Aktörün sesi ve şarkıları söyleyişindeki o duruş, Depardieu’nun gerçekten bir şantör olmasını istemenize yol açacak kadar mükemmel.
En sürükleyici ve etkili performansı ne kadar Gérard Depardieu sergiliyor olursa olsun, filmin başka artılarını da es geçmeyelim. Marion rolü ile Cécile De France ve bana göre filmin ikinci en iyi performansını sergileyen Alain’in eski karısı rolündeki Christine Citti de, filme sadece oyunculuk açısından değil söylem olarak da önemli artılar getiriyor.
Modern kadının bugün içinde bulunduğu ikilemleri, Marion karakteri ile Cécile De France başarılı bir şekilde yansıtmış. Ayrılmış olduğu kocasından olan çocuğuna karşı duyduğu sevgi, bir taraftan da özgür bir kadın olarak kimi zaman çocuğunu bir ayak bağı olarak görmesini engellemiyor. Bugün özgürlüklerini, kariyerlerini, güzelliklerini kaybetmemek uğruna çocuk sahibi olmaktan kaçınan, bir şekilde olmuş olsa bile tüm sevgilerine rağmen çocuklarını hayatları için bir engel olarak gören günümüz kadınlarının ikilemi, Marion karakteri ile çok etkili bir şekilde verilmiş.
Bu karaktere karşı olarak, ayrılmış olsa da kocasına hala bir eş ve bir anne korumacılığında yaklaşan Michèle karakterinin de temsil ettiği duruşla, insanların gözüne sokmadan modern kadınla eski zaman kadınlarının duygusal çatışmalarını son derece doğru bir şekilde yansıtıyor film. En güzeli ise birinin kazanan ya da birinin kaybeden değil, ikisinin de bazı yönleri ile kazanan bazı yönleri ile kaybeden olduğunu söylemesi. Şantör’ü bu denli samimi yapan en önemli unsurlardan biri de bu aslında. Hayatın mutlak kazanan ve mutlak kaybedenleri olmadığını atlamadan bir duruş sergilemeyi başarabilen bir film Şantör.
Genel olarak hissettirdikleri bir yana, filmin ben de bıraktığı en belirgin duygulardan biri kesinlikle burukluk oldu. Gérard Depardieu, bundan sonra da başka filmlerinde şarkı söylemeye devam eder mi etmez mi bilemiyorum ama eğer etmeyecekse belli ki bu burukluk beni hiç terketmeyen bir duygu olarak kalmaya devam edecek.