Hesabım
    Dehşet Odası
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,0
    Çok Kötü
    Dehşet Odası

    Dehşetengiz Bir Oda!

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Uzun bir aradan sonra Amerikalı izleyici ile buluşmasını sağlayan son filmi yeteri kadar tatmin edici bulunmayan siyah eldivenli Dario Argento korku sinemasında bir şeyi çok iyi beceriyor; Giallo’ların favori seri katili siyah eldivenli 'bilinmeyenin' gözüktüğü sahneler gerçekten ürkütücü olmayı başarıyor.

    İzleyici, bıçakla bir kadını da izlese, tuhaf oyuncaklarla da meşgul olsa, eldivenin arkasında kim olduğunu bilmemenin verdiği huzursuzlukla tedirgin oluyor. Ki o huzursuzluk zamanla filmin geneline yayılır; en aydınlık ve keyifli sahnede bile, kim olduğunu bilmediğimiz bir katilin gördüklerimizle aynı dünyayı paylaştığını ve belki de çok yakında olduğunu hissederiz. Bizzat Argento’nun elleriyle dolan siyah deri eldivenler son derece etkilidir.

    Dehşet Odası’na giriş yapmak için İtalyan sinemasının usta ismini seçmiş olmamız bir karışıklık yaratmasın. Söz konusu film ile Argento’nun filmleri arasında eldivenler dışında pek bir benzerlik yok. Hatta şöyle bir fark var; Dehşet Odası’nın sürekli kurgu masasında oturan eldivenli katili nedense Argento filmlerinin yarattığı huzursuzluğu yaratamıyor. İşkence evinden çıkıp da polis karakoluna ya da sokaklara uğradığımızda da tedirgin olmuyoruz. Çünkü 'kurban' karakterler gibi seri katilin de herhangi bir ağırlığı yok.

    Testere sonrası ticari korku sinemasının ilgi alanları belli ve önümüzdeki yapım da bu tuhaf alana güzel bir örnek oluşturuyor. % 100 ticari ve aynı oranda başarısız bir film olan Dehşet Odası’nda biri yakışıklı bir genç, diğeri güzel bir celebrity, tasarımcı eli değmiş bir güncel sanat sergi salonunu andıran bir yerde uyanıyor ve birbirlerini buluyorlar. Derken kaçırıldıklarını anlıyor ve video manyağı bir katil tarafından işkence görmeye başlıyorlar. Meğerse tutsak adamın oyunda farklı bir rolü olduğu ortaya çıkıyor ve kandırılan genç kadın herkes nalları dikince 'sergi salonundan' kurtuluyor.

    İşkence salonları filmde son derece stilize bir şekilde karşımıza gelirken; ana sahnenin dışının özellikle de dublajlı polislerin de katkısıyla b-movie dünyasına ait olması garip bir tezat oluşturuyor. Filmin sonlarına doğru aniden ölerek filme bir parça olsun ilginçlik katan polislerin kötü oyunculuğu ve aksiyonsuzluğu garip durmazken, stilize bölümler çok sırıtıyor. İki katilin kurbanlarıyla oynamak için hazırladıkları odaların tasarımcı işi gibi olmasının anlamı ne olabilir acaba?

    İki kişilik bir dehşet odasına aslında Haze isimli kısa filmle başarılı bir şekilde daha önce uğradığımızı hatırlatarak, Dehşet Odası’nın zeka ve yaratıcılıktan yoksun bir film olduğunu belirtelim. Kaçırılan iki kişi arasındaki diyaloglar ve plan bozduran aşk inandırıcılıktan yoksun. Belki sadece, daima sıradışı roller için düşünülen ağır oyuncu Pruitt Taylor Vince’ın başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Yemek ve cinayet söz konusu olduğunda oyuncu daima iyi iş çıkarıyor.

    Hollywood son dönemde bunu çok sık yapıyor. Orijinal bir hikaye yok; atmosfer yok; karakter yok; sadece kesik beden parçaları var. Birileri yaratıcılıklarını (eğer varsa) ve mesailerini hangi organların hangi araçlarla daha iyi parçalanacağını düşünmeye ayırıyor anlaşılan. Korku sineması savaşlar çağında anlamsız işkenceleri sıradanlaştırmaya devam ediyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top