Bu Köpekler Çıldırmış OlmalıKorku filmlerinin tipik bir ortak özelliği vardır; filmin üzerine inşa edildiği konu ne olursa olsun bu inşa sonucunda ortaya çıkan yapının derecesi değişmekle birlikte saçmalama ya da absürtleşme veya vasat altına inme gibi kronikleşen zayıf karnın mevcudiyetidir. Bu karna atılacak bir yumruk, film adına game over olmayı devreye sokar ve fişin çekilip elektriğin kesilmesine ve film kadrajının bir süre sonra yanarak telef olmasına sebebiyet verir. Bu, korku olduğunu iddia eden her film için geçerli olmasa da birçoğu için böyledir ve wes craven’in prodüktörlüğüne soyunduğu 2006 yapım yıllı, Amerikan, Alman ve Güney Afrika ortak yapımı, yönetmenliğini nicholas mastandrea’nın üstlendiği The Breed için de ne yazık ki yukarıda belirttiğim ortak özellikler, ağıra kaçmasa da kendini hissettirir bir somutlukla söz konusudur. Klasik amerikan korku - gerilim filmlerinden ilk etapta filmde korku unsuru oldurulan varlıklar göze alındığında bir basamak önde gibi görülse de film, ilerleyen karelerde ve gidişatın bir süre sonra klişelere sarması ile bunun böyle olmadığı ve bir anda bir basamak ileriyken iki basamak geriye doğru düşüşe geçmektedir. Yine gençler toplanmıştır ve yine bir ormanlık alanda ki bir eve gitmişlerdir, tek fark ise buranın bir ada olması ve sık ağaçların yanında birde masmavi bir denizin bulunmasıdır ve tabi ki birde çıldırmış köpeklerin. Aslında ilk giriş sekansı ile izleyen bir nebze olsun ileriki sahnelerde kendisini neyin beklediği konusunda derin bir meraka girmektedir. Gerçi korku filmlerinin ilk giriş sekansları gibi yine, esas oğlan ya da kızlardan ayrı olaup kurban edilmeye konumlandırılmış suretlerin burada da boy göstermesi ve bir diğer klişeleşmiş olan; sarışın kızların ilk harcanan olması gibi iki nokta kullanılıyor olsa da, bu giriş sekansında yaratılan gerilim, ormanın içinde kalmış ve dört bir yanından hışırtılar gelen sarışın afetin yüzünün limon yemiş bir eda ile ekşimesi ve kameranın kıvrak raks edişi ile bir anda müziğin ani artışına paralel kurbanımızın can havliyle kaçışı ve nihayetinde ayaklarından yakalanıp boylu boyunca yerde yatar bir vaziyette ormana bilinmeyen bir şey tarafından çekilmesiyle sonlanmış, başlangıç olarak izleyiciyi umutlandırmış ama bu umut kısa sürmüştür. --- spoiler ---Beş arkadaşın tatil için seçtiği yer bir adadır ve o adanın deniz kıyısındaki güzel evdir. ilk başlarda her şey çok güzeldir. Eğlence gırla gitmekte, gülüc. kler dağıtılmakta, sanki korku filminden çok neşeli gençlik filmi havası yaratılmaktadır. Ortada ne bir katil vardır ne de korkunç bir şey, sadece küçük bir yavru köpek çıkagelmiştir ve bu, filmin girişinde kurban verilen hanım kızımızı kurban eden şey hakkında akıllarda ateşlenme olmasını sağlamıştır. iki kardeş vardır bu gençlerin arasında. Bu yetişkin erkekler birbirilerinin ter. i kişilikler ile örüldükleri için ve geçmişte yaşanılan acı bir olay nedeni ile anlaşamamaktadırlar. Film burada yine klişeye sarılarak geçmiş sayfaların tozlarını havaya kaldırmış, karakterler arasında -ki özellikle kardeşler arasında- bir günah çıkarma ve birbirlerini sorgulama batağına saplanmıştır. Her neyse ilerleyen karelerde filmin rengi birden değişmeye sarmış ve esas kızlardan sarışın olanın bir köpek ile karşılaşıp ısırılmasıyla gerçek rengini bulmuştur. Bundan sonrası bir mekana kısılıp kalınarak ve adanın gerçeklerini birer birer su yüzüne çıkması ile yaşanan dumuru bağlı ağzın bir karış açık kalınması ile sürüp gidecektir. Filmdeki bir diğer göze çarpan vasatlık ise; bazı korku filmlerindeki gibi gerçeklerin bir kişi tarafından biliniyor oluşu ama bir olay oluncaya kadar bunun diğer karakterlerden saklanması. Bu filmde de Matt karakteri evlerinin olduğu bu adanın bir sene önceki kullanış amacını bildiği halde bunu, sarışın kızımız olan sara’ya köpeğin saldırmasına kadar açıklamamış olması. Gerçi açıklaması da kız arkadaşı Nicki ( Michella Rodriguez ) ile sınırlı kalıyor ve diğerleri, adanın eskiden bir deney alanı ve bu deneylerin köpekler üzerinde yapılıyor olduğunu ve bir sene önce kuduz hastalığının baş göstermesi sonucunda adan terk edildiğini bilmiyorlar ve öğrenmeleri tahmin edildiği gibi uzun sürmüyor. --- spoiler ---Korku adına belki işlenen konu ve korku kaynağı unsurların insanların can dostları olarak bilinen köpekler oldurulması bir farklılık olsa da -ki daha önce Stephen King romanı uyarlaması Cujo da bir katil ya da çıldırmış köpek üzerine bir filmdi. Bunun yanında kurtlar ya da kurt adamlar ile ilgili filmlerde bu türe dahil edilebilir kanımca- konunun etraflıca işlenememesi ve görselliğin bir iki yerle sınırlı kalması haricinde etkili olamayışı, film için eksiler hanesinin alıp başını gitmesine neden olmuştur. Şu da vardır; sinemaya amatör bir merak duyan ve daha yeni yeni korku türü ile tanışan bir izleyiciye film derilim dolu gelebilir -ki bazı sahneleri gerçekten insanın koltukta yumruğunu sıkarak, köpeklerden kaçan karaktere daha hızlı koş gibi bir haykırışa sebebiyet vermekte- ama korku adına, sadece ansızın beliren bir suret ya da müziğin bir anlık yüksek volümlü patlaması örnek verile bilir ama salt bir korku denilemez. En iyisi gerilim denilmeli ki, buda herkes tarafından hissedilmeye açık bir konudur. Sonuçta; kaçma, kovalamaca, biraz patlama, bir iki kurban verme ve çokça köpek hırlaması eşliğinde kahramanlarımız iki fire vererek -ki buda klişeleşmiş bir görünüme bizleri yine g.türmektedir. Biri sarışın kızımız diğeri zenci ve oyun bozan olup korkak ve kurban edilmek için o gruba dahil olunduğu ikide bir bodruma indirilmesi ile belli olan, gerçi sarışın kızımızda bodruma indirilmişti ya neyse, er kişisi olmak üzere, sarışınların ve zencilerin amerikan korku filmlerinde ilk giden olmaları geleneğini sürdürülüyor olması gerçeğini bir kez daha bizlere göstermesi- çıldırmış köpeklerin arasından paçayı sıyırmayı başarmışlar ve kendilerini bekleyen yata kapak atarak huzurlu bir yola çıkmışlardır. Tabi yatta bir sürpriz onları beklemektedir. Burada filmin devamı için açık kapı bırakılmıştır. scream serisinde, identity ve cursed fillerinde asistanlık yapan ve Craven ile çalışan yönetmen Nicholas Mastandrea bu ilk yönetmenlik denemesi ile on ürerinden altılık bir atış yapamış ve acımasız bir eleştiri oklarını savurup yönetmene haksızlık etmemek namına diyebilirim ki; sinema dünyasına ayağını biraz sürterek olsada giriş yapmıştır. ilk yönetmenlik esri olan bir film olarak The Breed, kimi usta yönetmenlerin yerlerde sürünen filmleri göz önüne alındığında tatmin edici olmakta. Tabi yönetmenin eksikleri çok ama bunların zamanla ve hele ki hocası Wes Craven olunca giderileceğinden hiç kuşkum yok. Oyuncuların performansları ne normalin altında nede üzerinde, yatay bir seyir izlemekte olup, resident evil1’in asi polisi michella rodriguez’in aynı asilikteki suret ifadesinin kimi karelere yansıması akıllarda hoş bir tat bırakmakta ama genel olarak oyuncuların hiç biri performans adına normalin üstüne çıkamamakta. Seyrederken ya da seyretmeye gider iken çok fazla bir beklenti içine girilmemeli. Nihayetinde film, kapağında Wes Craven adı geçse de bu film bir Craven filmi değil. Yönetmende bir Craven değil ama olmayacak ta değil. Yıllar ne gösterir bilemem ama bir ilk film olarak The Breed yönetmeni adına benim umutlanmamı sağlamıştır. Tabi bu umudu bir çok kişi paylaşmayacaktır hiç kuşkusuz. Ama umutsuzda olunmayacağı için, beklentileri evde bırakarak filme bir göz atılmalıdır, önyargısızca. --- The Breed ---