İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Açık
Yazar: Misafir KoltuğuFatih Akın'ın hem Türk hem de Alman sineması için özel bir yeri var. Bunun en önemli nedeni iki ülke arasında sanatıyla köprü kuruyor olabilmesi. Fatih Akın sinemasıyla kendi arada kalmış dünyasından yola çıkarak aslında Almanya'da yaşayan birçok Türk'ün hissettiklerine de ayna tutuyor. Almanya'da yaşayan bu üçüncü kuşak Türk genci Duvara Karşı adlı filmi ile Berlin Film Festivali'nde aldığı Altın Ayı'nın ardından bugün Cannes'da Emir Kusturica, Selma Hayek gibi isimlerin yanında jüri üyesi.
Son filmi İstanbul Hatırası ise İstanbul'a duyulan bir özlem gibi. Caddeleri sokakları, eski ve yeni haliyle en önemlisi de müziğiyle İstanbul, bu filmde başrolde yer alıyor. Film yönetmeninin jüri üyesi olması nedeniyle Cannes'da yarışamayacak. Yarışma dışı bölümde gösterilen İstanbul Hatırası bu hafta Türkiye'de de görücüye çıkıyor.
Kentlisi, köylüsü, doğulusu, batılısı ve daha birçok rengi ile İstanbul başlı başına bir mozaik. Bu çok seslilik İstanbul'un müziğini oluştururken kentin her köşesine de sızıyor.Filmde İstanbul'a gelen Alman öncü müzik grubu Einstürzende Neabauten'in 20 yıldır üyesi olan Alexander Hacke'nin yavaş yavaş en bilinenden en bilinmeyene, en klasiğinden en yenisine kadar İstanbul'un müziğini keşfedişini izliyoruz.
Bu keşif sırasında biz de onunla beraberiz. Duman grubundan Replikas'a, Orhan Gencebay'dan Sezen Aksu'ya Müzeyyen Senar'dan Ceza'ya ve Mercan Dede'den Baba Zula'ya kadar çok farklı türden müzikler ve insanlar arasında yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta müziğin dinlenilebilir olmasının yanında izlenilebilir olduğunun da farkına varıyoruz. Görüntünün müziği, müziğin görüntüsü birbirini tamamlıyor. Filmde ayrıca farklı kültürlerden beslenen İstanbul'un nasıl bir müziğinin olduğuna da bir Alman'ın gözünden tekrar bakıyoruz. Bu sentez onu o kadar şaşırtıyor ve etkiliyor ki Hacke sonunda İstanbul'un müziğine aşık olarak bu sihirli kenti terk ediyor.
Fatih Akın filmin çerçevesini herkes için ortak ve evrensel bir dille, yani müzikle oluşturmuş. Çerçeveyi dolduran ise notalar. Belgeselvari bir havada olmasına rağmen kurgusu ve kamera hareketleriyle seyirciyi hiç yormuyor.Müzik de merkezde olunca ortaya epey eğlenceli bir film çıkıyor. Filmde oyuncu yok, herkes kendi doğal dünyası içinde yer almış. Öyle ki burası bazen sanatçının yaşadığı evi, stüdyosu, ya da sokağın tam göbeği olabiliyor. Çünkü müziğin vatanı, kenti ulusu ve mekanı yok. Her yerde varolabilir. Her yere sıçrayabilir. İşte bu İstanbul'un dört bir yanına farklı şekillerde sıçrayan müzik filmi var ediyor. Bu müzik bazen İstanbul dışına da sıçrayabiliyor ve biz Keşan'a gidip burada da bir Roman düğününe tanık olabiliyoruz.
Filmde Asya ve Avrupa arasında kurulan bağ, sadece bir köprü ile değil müziğin evrensel sesi ile yankılanıyor. Fatih Akın, özlediği İstanbul'u eşsiz manzaralar ve türlü türlü müzikler eşliğinde yeniden yaratmış. İstanbul'un kendi içindeki kaosu onu yaratan müziği oluşturmuş. Fatih Akın da buna yönelerek bu kendi kendisine çıkan sesi kameraya almış.
Bize İstanbul'dan yükselen bir müzik sunmuş. Eğlenceli bir müzik dinliyormuşçasına akan filmi görsellik de tamamlamış. Film, belgesel sinema için de yeni bir solukmuş gibi duruyor; diğer Fatih Akın filmlerinden daha farklı bir yapısı var.Bu yüzden klasik bir Fatih Akın filmi bekleyenleri biraz şaşırtabilir. Akın ise filmi "şimdiye kadar çektiği en güzel ve kendisine en yakın" olarak yorumlamış. Hem İstanbul'da yaşıyor hem de bir sürü koşuşturmadan İstanbul'un müziğine kulak veremiyorsanız, İstanbul Hatırası'nda İstanbul'u "gözleriniz açık" dinleyebilirsiniz.
Janet Barış