Kaybolmuş ve Kafası Karışık <b>Rüya Kızlar</b>
Yazar: Oktay Ege KozakBir zamanlar Hollywood müzikalleri şarkı söyleyerek hikayeyi ilerleten karakterlere sahipti. Bir insanın sosyal bir ortamda hislerini belli etmek veya bir durumu açıklamak amacıyla birden korkusuzca ve bağıra bağıra şarkı söylemesinin ruhsal açıdan ferahlaştırıcı ve özgürleştiren bir özelliği var. Gerçek hayatta pek de sık görülmeyen bir davranış bu. Eğer gerçekten yaşansa bile şarkı söyleyen kişi, uzun süre deli muamelesi görür ve söylediği şarkı, arkadan Londra Filarmonik Orkestrası'nın müziği ile desteklenmez. Filmlerde karakterlerin birden şarkı ve türküye kendilerini vermeleri, seyirci için bir kaçış fantezisi; Yıldız Savaşları veya Yüzüklerin Efendisi gibi...
Fakat bu günlerde Hollywood, nedense anlatımın akımını kesip karakterlerin ayrıntılı, parıl parıl ve abartı şarkı-dans gösterilerine kendilerini vermelerinden biraz utanıyor gibi. Bu ilginç bir utanç çünkü sonuçta "Müzikal" dediğimiz terim bu kavramdan türüyor. Hollywood, müzikallerle büyümemiş yeni jenerasyonun birden şarkı söyleyip dans etmeye başlayan insanları gülünesi bulmasından mı korkuyor bilmiyorum.
Sonuçta Kırmızı Değirmen klasik bir müzikal şablonu ile ilerliyordu ama bence o filmin bu kadar başarılı olmasında herkezin bildiği çağdaş pop şarkılarını kullanmasının payı vardı. Chicago, her müzikal sahneyi hayal ürünü bir gece kulübünün içine yerleştirerek, şarkı söylenmeyen gerçek dünya ve gösterişli şarkı ve dans gösterileri ile dolu düş dünyası arasına kesin bir sınır koyuyordu. Böylece teknik olarak filmdeki hiçbir karakter, gerçek dünyada şarkı söylemiyordu.
Rüya Kızlar ise eğlenceli, neşeli bir müzikal mi, yoksa Ray veya Sınırları Aşmak gibi ciddi, dramatik bir biyografi mi olacağına karar veremiyor. Hikaye hayal ürünü bir R&B grubunun etrafında döndüğüne göre, genelde gerçek hayatta yaşamış bir müzik ikonunu (Ray Charles ve Johhny Cash gibi) hedefine alan bir biyografi filmi olarak ciddiye alınması biraz zor. Ayrıca karakterlerin duygularını açıklamak amacıyla şarkı söyledikleri sahnelerin azınlığı sebebiyle, tam bir müzikal olduğu pek de söylenemez. Tabi ki film boyunca bir sürü sahne performansı var, ama bu tür sahneler Ray ve Sınırları Aşmak'ta da bolca var ve o filmler resmi olarak müzikal sayılmıyor.
Yönetmen Bill Condon, seyircisine baştan sona dolu bir müzikal sahne göstermeye gönülsüz gibi. Mesela filmin başlarında R&B grubu Dreamettes'in menajeri Curtis Taylor'ın (Jamie Foxx), şarkısını çalmaları için DJ'lere rüşvet verdiği bir sahne var. Moralleri yükseltmek amacıyla kıpır kıpır bir şarkı dinlemeye hazırlıyoruz kendimizi. Foxx ve arkadaşları bir-iki mısra söylüyor ve şarkı 20 saniye içinde kesiliyor. Film boyuncu buna benzer bir sürü sahne var.
Bill Condon yetenekli bir drama yönetmeni. Tanrılar ve Canavarlar ve Kinsey, öznelerine gösterdikleri dürüst ve korkusuz bakış açısı sayesinde, son on senenin en çok övgü gören drama filmleri arasında. Condon, 1982 yılında Dreamgirls müzikalinin ilk performansını izlediğinden beri bu projeyi filme aktarmanın rüyası olduğunu belirtiyor. Belki de asıl problem, rüyasını gerçekleştirmenin heyecanıyla eline ne geldiyse seyirciye fırlatması.
Oyunculuk, iki hatırda kalan performans dışında bayağı zayıf. Jamie Foxx, Miami Vice'dan sonra bir kez daha düz, ruhsuz bir şablon sergileyerek Ray için aldığı Oscar'ın şans eseri olduğunu kanıtlıyor. Pop starı Beyonce Knowles (Pop, R&B değil), ortalama sesi ve performansıyla arka planda kayboluyor. Geri kalan oyuncuların çoğu, Beyonce gibi kolayca unutulabilir.
Hatırda kalır performanslardan ilki, karizmatik ve problemli soul şarkıcısı Jackie "Thunder" Early rolünde Eddie Murphy'ye ait. Murphy, ilk başlarda komedilerinden görmeye alışık olduğumuz doğal cazibesini kullanıyor, ama sonradan ruhunun derinliklerine inerek Early'yi, her müzik biyografisinde bulunan "uyuşturucu bağımlısı rock yıldızı" klişesinin dışına çıkarıyor. Murphy, bu rol için mükemmel bir seçim.
Diğer akılda kalan performans, Effie rolüne getirdiği dürüst bakış açısı ve güçlü sesiyle ilk sinema deneyimine hışımla imzasını atan Jennifer Hudson'a ait. Filmin ortalarına doğru, karakterlerin şarkı söylerek tartıştığı bir sahne, Effie'nin yerine geçen kadının "Benim bu durumla alakam yok. Beni karıştırmayın" şeklinde araya girmesiyle bir Monty Python skeçine dönüşüyor.
Neredeyse eşyalarımızı toparlayıp sinemayı terk edecekken Hudson, "And I am Telling You"yu söylüyor; kesinlike filmin en akılda kalan şarkısı. Bir süre sonra Hudson, kendini sahnede tek başına buluyor ve seyirci olarak biz, karmaşık setler ve milyonlarca dolarlık film yıldızlarından uzak, "Amerikan İdolü" şovunda ikinci gelmiş bir "amatör"ün kalbini yerinden söküp gözünü yılmadan önümüze koymasını izliyoruz. Bu sahne tek başına bilet parasının hakkını verebilir, filmin geri kalanı kaybolmuş, kafası karışık bir yavru köpek izlenimi verse de...
İtiraf etmeliyim ki, orijinal Dreamgirls sahne şovunu izleme fırsatım hiç olmadı. Bu yüzden filmin hikayesi ve şarkılarına aşikar değilim. Filmdeki hayal ürünü grup gerçek bir R&B grubundan esinlendiğine göre (Size bir ipucu vereyim: The Supremes), müzikal için özel yazılmış şarkıları söylemeleri dikkat dağıtmıyor değil. Sonuçta bu şarkılar söylenirken beynimizin arkasında "Stop! In the Name of Love" veya "Keep Me Hangin' On" gibi hitleri mırıldanmamak imkansız.
Bu eleştiriyi yazarken "Stop!"ı dinliyorum ve bu şarkı Rüya Kızlar'da bulunan bütün şarkılardan daha başarılı. Sonuçta sorum şu: Film zaten dolu dolu bir müzikal olmaktan utandığına göre, neden aradaki karmaşayı kesip atarak The Supremes hakkında bir biyografi filmi yapmadılar? Bu savı çok daha detaylı tartışabilirdim ama "Where Did Our Love Go?" çalıyor ve eşimle dans etmeye gidiyorum...