Politik Soslu Sıkı Soygun
Yazar: Ertan TunçDaha önce de birçok usta yapmıştı Spike Lee'nin yaptığını. Eskilerden Kubrick Barry London ve Gözü Tamamen Kapalı ile, yakın zamanda Woody Allen Maç Sayısı ile. İnatla korudukları özgün tarzları nedeniyle "klasik sinemadan anlamıyor" yaftası yapıştırılmaya çalışılan başarılı yönetmenlerin, ara sıra "alın size ticari sinema" diyerek sanat tarihine başyapıtlar hediye etmeleri ilk değil anlayacağınız. Karşımızda, "soygun filmleri" listesine ilave edilecek seçkin bir örnek var.
Spike Lee'nin İçerideki Adam'ını iki aşamada yorumlamak gerekiyor. Birinci aşama; senaryo, görüntü, müzik, kurgu ve oyunculuklardan oluşan klasik yapıtaşlarının nerede durduğuyla ilgili, ikinci aşama ise Lee gibi her zaman aykırı görüş ve düşüncelere meyilli aktivist bir siyahın böylesine bir filme serpiştirme olasılığı taşıdığı eleştiri oklarının varlığıyla.
Sinematografik açıdan değerlendirildiğinde İçerideki Adam'ın modern Amerikan sinemasının tüm gerekliliklerini yerine getiren, dört dörtlük bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Kapalı mekanlardaki ışık ve görüntü çalışması, farklı ortamlarda ve durumlardaki ses alımı son derece başarılı. Film, başından sonuna, ayrıntıları başarıyla gizlenmiş küçük bir bulmacaya benzeyen yapısını canlı tutma ustalığını gösteriyor. Küçük bir pırlantadan açılış konuşmasına, kalem şeklindeki kayıt cihazından ikram edilen bir sakıza, mücevher satıcısından cep telefonu tespitine kadar onlarca küçük ayrıntı, iğne oyası gibi işlenmiş senaryonun gücünü korumasına yardımcı oluyor.
Hikayenin gerilimini ve içerdiği gizemi sürekli kılan bir başka öğe ise oyuncu performansları. Denzel Washington'ın garip bir espri anlayışına sahip dedektif Keith Frazier tiplemesi ile Clive Owen'ın kendinden emin, yakışıklı ve karizmatik soyguncu Dalton Russell'ı arasındaki kedi-fare oyunu gerçeklik hissi vermeyi başarıyor. Jodie Foster'ın canlandırdığı başarılı, hırslı ve tehlikeli derecede aç gözlü Madeline White karakteri ise filmin asıl kozu (Foster'ın Plummer karşısındaki oyununa dikkat!). Filmde sahnelerinin azlığı ve görece önemsizliğiyle araya kaynayan tek oyuncu Willem Dafoe.
Russell Gewirtz'in senaryosunun eğlenceli yönü, daha önceki polisiye dizilere ve filmlere (Hold-Up, Serpico, Köpeklerin Günü) yaptığı yoğun göndermeler. Tabii yönetmen Spike Lee olunca, göndermelerin siyasi bir tavra bürünmesi kaçınılmaz olmuş. Telly Savalas'ı (biraz da Benny Hill'in katkısıyla) ölümsüzleştiren ırkçı polis Kojak'a, Clint Eastwood'un ırkçı polisi Harry Callahan'a yapılan atıflar müthiş. Özellikle Kirli Harry'de bir "siyah"a yönelen şiddetin mitoslaşmış hali olan "Devam et! Günümü gün et" repliğinin masum bir beyazdan bir başka beyaza (soyguncuya) savrulması, bu sahne çekildiği sırada, Lee'nin kameranın arkasında gülümsediği hissini veriyor.
Spike Lee; entelektüel birikimiyle başabaş giden hırsı sayesinde planladığı vuruşu/darbeyi daha açık ve net ortaya koyma yolunu seçiyor. Şimdi fotografı dikkatli inceleyelim, bakalım film bittiğinde elimizde neler var: Bir defa soyguncuların tamamı beyaz. Birisi her ne kadar telaffuzu sayesinde gizlenmeye çalışılmış olsa da muhtemelen İngiliz, diğeri Yahudi. Diğerleri beyaz Amerikalı. İyi polisler; iki erkek, bir bayan ve üçü de siyah... Biri -ki bu Frazier- Serpico gibi işlemediği bir suçla itham ediliyor. Bunlardan pek hoşlanmayan polis şefi beyaz, olasılıkla ırkçı (ya da en azından önyargılı). Bankanın yönetim kurulu başkanı gözü dönmüş oportünistliği ile Nazi'lerden (ve.hadi burayı söylemeyelim) yararlanmış bir hain (ve beyaz). Diğer "fırsatçı"mız; inanılmaz acımasızlığa sahip, gözünü para ve kariyer hırsı bürümüş bir kadın. Bin Ladin'in yeğeninin mülk alabilmesi için kitabına uydurup "mortgage" (ev kredisi) ayarlamaya çalışıyor, üstelik "beyaz"!. Akıllılık yapıp diğer mağdurları/rehineleri tehlikeye sokan da "beyaz". Filmdeki tek çocuk, masumiyet abidesi bir "siyah".
Küçük çocuğun oynadığı oyun (GTA benzeri bir oyun) ve Frazier'ın kayınbiraderiyle genel bir toplumsal (öz)eleştiri yapan ve hafiften göz boyayan Lee'nin; filmin genelindeki karakterlerle yarattığı tenkidin, en az Russell'ın dahiyane planı kadar zekice ve sinsice olduğunu kabul etmek gerekir. Akademik birikime ve sinemasal hakimiyete sahip Spike Lee'nin Harvard'da sinema hocalığı yapmaya kadar yükseldiği düşünüldüğünde, "rastlantı" şeklinde nitelenemeyecek bir durumla karşı karşıya olduğumuz ortadadır. Sonuçta İçerideki Adam'ı; deneyimli, bilinçli, tavizkâr olmayan, etkili bir sinemacının elinden çıkmış, politik soslu sıkı bir soygun filmi olarak tanımlayabiliriz.