Bir Parça Garip, Ama Zengin <b>Sahtekar</b>
Yazar: Orkan ŞancıSahtekar bir serüven filmi. Bir adamın hayatta kalma mücadelesi... Tutunduğu son dalın ne kadar dayanacağının öyküsü. Boğulacaksam büyük denizde boğulayım diyen, kariyeri sona ermek üzere olan bir yazarın, gerçek hikayesi.
Soğuk ülke İsveç'in sıcak kalpli yönetmeni Lasse Hallström, klasını konuşturuyor. 60'ına merdiven dayayan Richard Gere, hayli ağır boyalı saçları, pudrayla örtülmüş Tibet menşeili yoğun yüz hatlarına rağmen inandırıcı bir portre çiziyor. Gerçek Clifford Irving hakkında en ufak bir fikir sahibi olmasak da, Gere'de, hayatta kalmak için yalan söyleyen ama söyledikçe batan bir adamın telaşını görmek mümkün. 13 yıl önce Leonardo Di Caprio'nun, ilk Oscar adaylığını kazandığı What's Eating Gilbert Grape'teki zeka engelli kardeş performansını çeken Halström, bu kez tecrübeli bir ismin, Gere'in oyunculuğunun uzun zaman sonra en saf, en masum halini bu "sahtekar" tiplemesinde yakalamış gibi.
Halström'ün sizi mest edecek başka numaraları da mevcut. Sahtekar'da ABD'nin en gizemli zenginlerinden Howard Hughes'un gücüne, Martin Scorsese'nin Göklerin Hakimi'nden çok daha etkileyici biçimde tanık olacaksınız. Üstelik onu tam olarak görmeden, sadece birkaç fotografın, ses kaydının bıraktığı etkiyle. Scorsese'nin denemesinde DiCaprio'nun fiziksel olarak bir türlü dönüşemediği adamı, belki de çok daha iyi anlayacaksınız. Halström'ün bunu, filmin asıl kahramanı Hughes olmadığı halde başarıyor olması enteresan.
Gerçek kahraman, pek tabii ki Hughes ile söyleşi yaptığını, konuşulanları onun ağzından kitaplaştırdığını iddia eden sahtekar yazar. Burada ilginç olan, sahtekara çok da fazla kızamayışımız.. Zira başta da belirttiğimiz gibi onunki bir hayatta kalma hikayesi. Nixon dönemi ABD'sinde büyük hayallerin peşinde koşarken zayi olmak, çok da utanılacak bir şey değildi anlaşılan. Irving, anlattığı yalanlara kendisi de inanmaya başladığında, artık iş içten geçmiş oluyor. Baştan beri ona kızamadığınız gibi sonlara doğru acıma duygusu hissetmeniz de mümkün.
Ana karakterle duygu paylaşamına girilen her filmde olduğu gibi Sahtekar'da da seyirciye edilen bir çift söz var. Önce uçuk bir fikir, sonradan gerçeğin yerini alacak esaslı bir yalana dönüşüyor. Battıkça batma misali, yalan uzadıkça dönmek nasıl da zorlaşıyor. Irving, Sıkıysa Yakala'daki Frank Abagnale misali kovalamaca uzadıkça nasıl da ustalaşıyor. Medyanın gerçeğe yaklaşımıyla oynayarak gerçeği çarpıtmak nasıl da kolaylaşıyor. Gerçekle yalanı birbirine karıştırdığı sanrılı döneminde acı çekerken, perdede aktörü değil, oynadığı karakteri görmek, nasıl da keyif veriyor.
Sahtekar, elbetteki katıksız sinemadan katıksız eğlence anlayanlara göre değil. 115 dakika boyunca "Selamsız Bandosu" misali, ortalıkta görünmeyen bir adamın, gerçek olmayan ama yayınlanmış otobiyografisinin hikayesi. Böyle bakıldığında pek de lezzet uyandırmayan hikaye, Halström'ün karakter çalışmalarındaki hünerinin doğal sonucu olan yardımcı karakteriyle gayet ilgi çekici bir hal alıyor. Değeri bakımından John Turturro ile bir tuttuğum, her filminde dönüşebilen İngiliz usta Alfred Molina, tüm aksiliğine rağmen filmin mizah halkasını oluşturuyor. Oscarlı aktris Marcia Gay Harden, Bayan Irving olarak kilit rollerden birinde tanınması zor halde karşımıza çıkıyor. Stanley Tucci'yi izlemek de, her zaman olduğu gibi hayranlık uyandırıcı. Cadı bir moda editörünün sağ kolu da olsa, mafyanın gizli ağzı da, her zaman iyi oynuyor, daha fazla ilgiyi hak ediyor.
Sahtekar, tüm övgülerimize rağmen, bazı uyarıları yapmamızı da zorunlu kılıyor. Uzun süresi başta olmak üzere yönetmenin özellikle karanlık sahnelere olan ilgisindeki artış, seyircinin filme odaklanmasında sorun yaratabilir. Ancak biraz sabrederseniz, birbirinden yetenekli oyuncuların, harika işleyen bir senaryoyla sizi filme geri çağıracağını göreceksiniz. Hughes ve Nixon gibi devlerin savaşında harcanan küçük balıkların öyküsü bu. Batman'de, karakterlerden birisinin söylediğini hatırlayalım: "Zenginler neden garip olur? Çünkü buna hakları vardır". Bu film bir parça garip, ama zengin...