Uzun Ama Keyifli Bir Gece
Yazar: Ayşegül KesirliAnthony LaPaglia'nın başrolde yer aldığı 2004 yapımı En Uzun Gece, geç gelen vizyon şansını Without a Trace dizisinin ününe borçlu olsa gerek. LaPaglia'nın ülkemizde tanınan bir sima haline gelmesine yardımcı olan bu dizinin, tecrübeli oyuncuyu birçok kişinin gözünde farklı bir konuma taşıdığı bir gerçek. LaPaglia'nın Without a Trace sayesinde giderek genişleyen hayran kitlesi, başrolünde yer aldığı En Uzun Gece'nin gişe başarısını da garanti altına almış olmalı ki, film yapım tarihinin üzerinden üç yıl geçmesine rağmen gösterime girmeyi başardı.
Josh Sternfeld'in ilk uzun metraj çalışması olan En Uzun Gece, bağımsız ruhlu, sakin bir banliyö filmi. İlhamını Robert Redford yönetmenliğindeki Ordinary People'dan aldığını iddia edebileceğimiz film, karısının ölümünün ardından iki oğlu ile iletişim kurmakta ve ailesini bir arada tutmakta zorlanan bir babanın hikayesini anlatıyor. Dram, romantizm ve daha birçok farklı duygu durumunun iç içe geçtiği filmde, aynı zamanda aile içi iletişimsizlik ve ergenlik sorunları gibi farklı konulara yer verilmekte.
İçerisinde barındırdığı bütün bu duygu durumlarını ve farklı konuları ustalıkla birleştiren filmin en güzel yanı hiçbir konunun ve duygunun dozajını kaçırmaması. Sternfeld, kırk yıllık bir aşçı ustalığıyla hazırladığı filmin içine senaryonun gerektirdiği her malzemeyi eksiksiz bir şekilde yerleştirmiş.
Malzemelerin her biri ne bir gram eksik ne de bir gram fazla kaçmış. Bahsedilen farklı duygu durumları ve her karakterin kendine özel hikayesiyle ortaya çıkan farklı konular birbirlerinin içine güzelce yedirilmiş. Böylelikle ortaya tadı oldukça tanıdık gelen ancak ağızda kendine has bir tat bırakan ilgi çekici bir ürün çıkmış.
Bununla birlikte En Uzun Gece, akıcı anlatımıyla da dikkat çeken bir film. Karakterler çoğunlukla aralarındaki iletişimsizliği vurgularcasına az ve öz konuşup, dertlerini yüz mimikleri ve beden dilleriyle anlatıyorlar. Bu da filme geçici bir durağanlığın hakim olmasına neden oluyor. Fakat filmin karakterlerinden kaynaklanan bu durağanlığı akıcı hale getiren etkileyici bir dokunuşu var. Bu dokunuşun sırrı büyük bir ihtimalle Sternfeld'in kurgusunda gizli.
Yönetmenin fazla hareket etmeyen kamerası, hikayenin doğru zamanında doğru yerinde olmayı başaran ve aynı noktada bir saniye bile fazla zaman kaybetmeyen cinsten. Dahası filmin, karakterlerin her sahnede ayrı bir önem kazanan yüz mimiklerini hiç kaçırmayan, öykünün hangi noktasında hangi karakteri göstermesi gerektiği konusunda kararsızlığa düşmeyen bir kurgusu var. Sahneler arası geçişlerin yumuşaklığı, tam yerinde beliren müziklerin sakinliği ile beslenen bu kurgu, filmin kendi kendine yön alan el değmemiş doğal bir akışı olduğu hissini yaratıyor. Sternfeld'in filme olan müdahalesi yer yer öyle iyi gizlenmiş ki, ekranda gördüğümüz her şeyi sanki olağan kurgusuyla izliyormuşuz duygusuna kapılmamak elde değil.
Diğer yandan performansları her sahnede biraz daha önem kazanan oyuncuların öykü ile birebir uyum sağlamalarının da filmin doğal akışına olan etkisi yüksek. Oyuncuların karakterlerle bu kadar iyi uyum sağlamalarının en belirgin sebebi de, her birinin kariyerlerinde filme konu olan karakterlerin bir benzerini canlandırmış olmaları.
Anthony LaPaglia, filmde Without a Trace'den alışık olduğumuz tipte bir karaktere bürünüyor örneğin; canlandırdığı Jim Winters karakteri az konuşan ama bakışlarıyla çok söz söyleyen, otoriter, içine kapanık, bu özelliklerinin yanında bir o kadar da duygusal biri ve bu haliyle Jack Malone'u bir hayli andırdığını da söyleyebiliriz. Zaten LaPaglia'nın oyunculuğu da Without a Trace'de gösterdiği performansa oldukça benziyor.
Evin küçük oğlu Pete'i canlandıran Mark Webber'e gelirsek onun da bu filmde hayat verdiği karakter Todd Solondz'un Storytelling'inde canlandırdığı ergenlik sorunlarıyla boğuşan ve problemli bir ailenin içinde kaybolan Scooby'e yakın duruyor. Bu yüzden de Webber, En Uzun Gece'de sadece tanıdık bir yüze değil, kendisine başka bir isim edinmiş tanıdık bir karaktere dönüşüyor neredeyse. Evin büyük oğlu Gabe'i canlandıran Aaron Stanford ise Runaway'de canlandırdığı banliyö genci kimliğine yeniden bürünüyor sanki.
Anlayacağınız En Uzun Gece, daha önce de belirttiğim gibi, konusu ve karakterleri gereği son derece özgün ve benzersiz bir yapım sayılmaz. İçerisinde banliyö filmlerinin bilindik havasını barındıran, aynı problemlerle baş etmeye uğraşan tanıdık bir film. Ancak Josh Sternfeld'in akıcı kurgusu ve dengeli tam kıvamında anlatımı ile oldukça başarılı bir akışa kavuşmuş, aklınızdan çok kalbinize hitap eden bir yapım. Eğer sizler de banliyö filmlerini benim kadar çok seviyorsanız kaçırmamanızı öneririm.