Savaş Sonrası Öncesini Aratırsa...
Yazar: Ertan TunçSzabó'nun fetiş görüntü yönetmeni olan Lajos Koltai "ilk" yönetmenlik denemesi Kadersizlik'te, Budapeşte'de üst-orta sınıfa mensup 14 yaşındaki Yahudi genci Gyuri'nin; Nazi'lerin "Nihai Çözüm" planı çerçevesinde işgal ettiği Macaristan'dan alınıp toplama kamplarında çalışmaya mahkum edildiği süreci düşsel bir üslupla aktarırken, dönemin zengin panoramasına ilaveten yaşama hırsı, fedakârlık ve öfke gibi ezeli temaların yeni bir tanımını ortaya koyuyor.
"Kadersizlik"i önceki Nazi zulmü filmlerinden ayıran en önemli yönü, soykırımın yarattığı vahşet ortamını sorgularken son derece gerçekçi hatta provokatif bir eleştiri tarzı yakalamış olması. Toplama kamplarından dönenlerin, neredeyse kampların varlığından bile bihaber halkla kurdukları ilişkinin biçimi tartışmaya açık. Tıpkı tecavüze uğrayan masum kızlarından tiksinen, nefret eden hatta bir şekilde ondan kurtulmak isteyen aileler gibi, savaş-sonrası komünizm işgali altına giren Budapeşte insanları da toplama kamplarından kurtulmuş mağdurlara kucak açmaktan kaçıyorlar. Ve Gyuri; yapayalnız kaldığı, dışlandığı bu topluma bakarak toplama kamplarında yaşadığı dostluğa, şahit olduğu insani değerlere ve mücadele azmine özlem duymaya başlıyor. Acılarla dolu bir eziyet çemberini sadece kendini düşünen insanların var olduğu bir evrene tercih etmeye başlıyor Gyuri. Çünkü savaş sonrası yıkıntıların altında kalan bir şey daha olduğunu öğreniyor: İnsanlık.
Açlık, yorgunluk ve ölüm-kalım mücadelesi; "herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde öldürülebileceğine" inanmaya başlayan Gyuri'nin hayata daha da sıkı bağlanmasının yolunu açıyor. Ortadan kaybolan, açlıktan, takatsizlikten ölen ve infaz edilen kadersizlerin arasında Gyuri, kendi zihninde inşa ettiği bir özgürlük aleminin tek ve mutlak efendisi olmaya başlıyor. Bu noktadan sonra film düşsel bir havaya giriyor ve artık gördüklerimizin ne kadarının gerçek olduğunu sorgulamaya başlıyoruz.
Akılcılığı ve uyumu ön plana çıkarak eriştiği olgunluk, Gyuri'nin yeniden şehir hayatına adaptasyonunda güçlük çekmesini engelleyemiyor. Kendisini "şehir"e ait hissedemiyor. Kötülüğü, metafizik konumlarla açıklamaya çalışanlara "cehennem yoktur ama kamplar vardır" diyor Gyuri, gizliden gizliye kampların güzel yanlarını duyumsarken. Berbat geçen bir günün ardından çorbasında bir parça et bulduğunda, ya da kampın revirinde kendisine iyi davranıldığında aldığı hazzı arıyor yıkıntıların arasında. Zor zamanların yarattığı özel bir dayanışma, değerli bir yakınlaşma vardır, Türkiye'nin depremde yaşadığı gibi. Imre Kertész'in nobel edebiyat ödüllü romanından yine kendi uyarladığı "Kadersizlik", bu dayanışmayı arayan bir tür ulysses niteliğine bürünmüş.
Vahşetin kanlı görüntülerini, tüyler ürpertici anlarını göstermekten çok Gyuri'nin kişisel tepkilerine odaklanılması filmi, klasik Yahudi soykırımı klişelerinden uzakta tutmayı başarmış. Yaşama azmi açısından Avrupa Avrupa'yı, bir çocuğun kamplara bakışı açısından Hayat Güzeldir'i çağrıştırıyor film.
Gyuri'nin durumun ciddiyetini kavramaya başlamasıyla filmdeki "renk"ler değişiyor. Daha mat, daha soluk renkler kullanılmaya başlıyor. Lajos Koltai, başta Gyuri'deki değişim olmak üzere, kamp görüntülerine, geniş planlara(karda ayakta duran mahkumların bulunduğu sahne gibi) kusursuz bir işçilikle yaklaşmış ve sağlam bir görüntü çalışması ortaya koymuş. Ennio Morricone'nin müzikleri, Marcell Nagy'nin performansı ve Daniel Craig'in tadımlık katkısıyla zenginleşen Kadersizlik; toplama kamplarının "çalışmak özgürleştirir" sloganından hareket eden sürrealist bir drama. Çektiği acılarla var olan bir gencin ulaştığı tinsel özgürlüğe, eriştiği ebedi olgunluğa ve kendisine yadigâr kalan ağır hasara dair bir film. Şaşırtıcı gelişmeleri, unutulmaz finaliyle mutlaka görülmesi ve hatırlanması gereken bir drama.