<b>Cennetin Müziği</b> <br>Ulaşılır mı?
Yazar: Ertan TunçDüşünme eyleminin ulaştığı her yeni evre, bir törenin, bir genel kabulün yıkılışıyla taçlandırılır ve her yeni fikir bir eski fikrin sarsılmasına sebep olur. Günümüz dünyasının hengâmesinden uzakta kalabilmeyi başarmış, karlarla kaplı, ıssız bir İsveç kasabasına çocukluğuyla yüzleşmek için gitmiş olan Dareus'un farkında olmadan yanında getirdiği düşünceler, küçük bir insan topluluğunun âdeta küllerinden yeniden doğan Anka kuşlarına dönüşmesine sebep olur. Fakat bu değişim de tıpkı diğer bütün değişimler gibi, bir yandan "yaparken" öbür yandan da "yıkmak" durumunda kalıyor.
Daniel'in kasabaya gelişi ve kilise korosunun başına getirilişi sonucunda en büyük darbeyi otoritesi sarsılan ve elindeki hemen her şeyi bir bir yitirmeye başlayan kasaba papazı almıştır. İncil taşımak ve benzeri ufak tefek işleri üzerine yıktığı özürlü çocuğu, sürekli kiliseye gelen cemaatini, insanların saygı ve sevgisini, toplumsal gücünü, otoritesini ve dahası karısını bile yitiren rahip, elinden geldiğince müzisyene engel olmaya çalışır. Film, bu yönüyle; sonraları sanatı karşısına almak yerine yanına/kontrolüne almayı akıl eden ortaçağ kilisesine atıfta bulunmaktadır.
Sanatçı-Kilise karşıtlığı tarihte sıkça rastlanılan bir olgudur. Bunun temelde iki sebebi vardır: Yönetsel açıdan bakıldığında sanatçı, kitleleri arkasından sürükleyebilecek önemli bir güce kısa zamanda ulaşmaktadır ve bu kilise hatta her türlü dini otorite için tehlike arz etmektedir. Metafiziksel açıdan bakıldığında ise sanatçı, kabul edelim ya da etmeyelim bir "yaratma" eylemi gerçekleştirmektedir üstelik bunu yaparken çoğu zaman da sınır tanımamaktadır. İşte bu yönüyle sanatçı, ortaçağın tutucu kesimlerince sirk unsuru olarak algılanmıştır. Cennetin Müziği bu onulmaz yarayla ilgileniyor ve Tanrı'ya ulaşmak için önünde Tanrı'nın adamları olan bir sanatçıyı merkeze oturtuyor.
Senaryo ilk ciddi üslup eğilimini, rahibin ruhban olmamasıyla ortaya koyuyor ve dünyaca ünlü orkestra şefi Dareus'un müzikle gerçekleştirdiği özgürleşmeye tanık olanlardan birini de rahibin eşi olarak seçilince, din adamı ve sanatçı arasındaki savaşa önemli bir neden daha ilave edilmiş oluyor. Rahibenin iffetini, başka türlü yaşayan kadınlara atılmış bir tokada benzeten Nietzsche, bunun ahlaklılığının da sorgulanabilir olduğunu iddia etmektedir. Kaldı ki filmde, rahibin de ahlâk çıkmazı yaşadığını düşüncelerimize eklersek, her şeyden özellikle de ahlaklı olmaktan önce "insan" olmanın (Lena örneği) asıl mesajlardan biri olduğu sonucuna ulaşmak güç olmaz.
Bütün bunlara paralel olarak koro elemanlarının alışık olmadıkları meditasyonlar sayesinde -ki şef buna birbirini tanıma adı vermektedir- bedensel özgürleşmeye ek olarak düşünsel özgürleşme de gerçekleşiyor. Birbirini çok uzun senelerdir tanıyan insanların aslında pek de tanımadıkları ortaya çıkıyor. Lena'nın evli sevgilisi hakkındaki düşünceleri, Holmfrid'in suskunluğu, Inger'in ve Gabriella'nın hayata bakış açıları, gün yüzüne çıkmamış altmış yıllık bir aşk ve diğerleri.
Dareus'u beyazperdede ilk gördüğümüzde ağzı yüzü kan içinde, finalde de öyle. Sanatçı aynı kalıyor ama onunla temasa geçen insanlar yeniden doğuyor. Cennetin o birleştirici, bütünleştirici müziğini seslendiren insanlar ne kadar da mutlu. Sanatçı kendini yakıyor ve toplumu aydınlatıyor, ödülü ise cennete gidip çocukluğuyla barışmak. Bunun için karşısına dini, insanları ve töreyi alıyor ama bunları kapsamayı amaçlayan bir yüceliğe, yani cennete ulaşıyor.
"Kimse kalabalığa sırtını dönemeden orkestrayı yönetemez" diyor Thomas Jefferson. Daniel Dareus, berbat bir çocukluk geçirmeseydi, babasını ve sonra da annesini kaybetmeseydi büyük bir sanatçı olur muydu? Bağırıp çağırmasa, insanları bazen kırmasa cennetin müziğini yeryüzüne indiren insanlar yetiştirebilir miydi?
Cennetin Müziği; sanat sineması nedir sorusuna verilebilecek güzel bir cevap... Hemen hemen hiç kimsenin izlemeyeceği ama izleseydi beğeneceği filmlerden biri.. Müziğin ve düşüncenin kutsallığı, hümanizmin yüceliği üzerine yakılmış bir ağıda benzeyen sinemasal yapısıyla sanata yakınlık duyan herkesi etkileyebilecek nostaljik bir drama.