Rayından Çıkmış <b>Dolunay</b>
Yazar: Ayşegül KesirliAit olduğu ülkenin sınırları içinde yaşanan olayları eleştiren bir filmi, olan biten her şeye dışarından bakan bir gözle izlemek oldukça zor bir iş. Film, küçücük bir ayrıntıyla kendi ülkesi için bir devrime imza attığı sırada, dışarıdan bakan bu göz neler olup bittiğinin farkında olmaksızın, senaryodaki devamsızlığa kafa yormakta olabilir örneğin. Filmi sadece kendine göre yorumlar ve konunun sansasyonel niteliği ile pek ilgilenemez. İşte Dolunay da tam bu kalıbın içine yerleştirebileceğimiz bir film. Kendi ülkesi içinde sinemasal nitelikleri ile değil de yaratacağı tartışmalarla hatırlanabilecek bir film belki. Tartışmaların dışında kalanlarıysa biraz sıkıntıya sokabilecek bir yapısı var.
Film, başladığı andan itibaren on beş yirmi dakika içinde karşımıza kaldırabileceğimizden fazla sayıda karakter çıkarıyor. Bu karakterler arasında yine aynı sürenin içinde bütün dikkatimizi vermediğimiz takdirde tam olarak anlayamayacağımız bir takım önemli konuşmalar yapılıyor. Ve daha ne olduğunu anlamadan bir de bakıyoruz ki, baş karakterimiz Antonio ile beraber politik bir cinayetin ortasındayız. Bu durum eğer biz olaylara sadece Antonio'nun gözünden bakıyor olsaydık son derece başarılı olarak değerlendirebilirdi aslında. Onun da içine nasıl düştüğünü anlamadığı bir olaya biz de onunla beraber aynı hisleri yaşayarak girebilirdik. Böylelikle olayları beraber çözme fırsatını da yakalamış olurduk.
Fakat bir yandan olayın siyasi tarafına da tanık olmakta olan bizler, benzer bir hissiyatın içine girmekten çok neler olup bittiğini anlayamaz oluyoruz. Bu da filme bakış açımızı değiştiriyor. Bizleri olayların içine son sürat sokan film, temposunu bir anda düşürerek hikayenin siyaset, polis ve mafya üçgenini eleştiren yönüne ağırlık veriyor. Bizlerse daha en baştan olayın ciddiyetini ve derinliğini kavrayamadığımız için, filmin bu eleştirel yönüne daha farklı bir gözle bakmaya başlıyoruz.
İlk olarak, film her ne kadar açıklamaya çalışsa da hükümetin içinde ne gibi yasa dışı dolapların döndüğü zihnimizde bir türlü tam olarak netleşemiyor. Neler olup bittiğini, baş karakterimizin nasıl bir ruh hali içinde olduğunu tam olarak kavrayamadığımız için de hikayedeki her türlü klişe gözümüze batmaya başlıyor. Seks düşkünü, umursamaz bakanlar, iktidarına aşık olmuş polisler, acımasız kadın gardiyanlar ve bunların yanında sanki o dünyaya ait değilmiş gibi konuşan, giyinen, yaşayan tuzağa düşürülmüş grafik tasarımcısı bir Meksikalı ve İngiliz karısı... Meksika'daki sosyal sınıf farkının uç noktalarda olduğunu göstermek veya tuzağa düşmüş karakterleri bulundukları ortamdan olabildiğince yabancılaştırabilmek için böylesine farklı çizilmiş olabilecek karakterler, gerçekte kötü adamların klişe taraflarını öne çıkarmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Karakterizasyonu ve senaryosu bir türlü rayına oturmayan film, tam da bu klişeler yüzünden yolsuzluklara parmak basan bir yapım olmaktan çıkıp, Meksika'ya iyi bir gözle bakılmasını engellemeye çalışan bir karalama kampanyasına dönüşüyor sanki.
Belki de Dolunay, ülkesinin adalet sistemini gözler önüne sermeye o kadar fazla kaptırıyor ki kendisini, sinemayı sinema yapan özellikleri unutuveriyor. Zekice oyunlarla süslenebilecek, kronolojik farklılıklarla gizemli hale getirilebilecek, ilginç ve bir o kadar da iyi bir amaca hizmet eden hikaye, bir şeyler kanıtlama çabası içinde yitip gidiyor. Acıklı bir şekilde esas anlatılmak istenen de bu çabanın içinde kayboluyor. Biz hikayede ne zaman bir yerlere ulaşabileceğiz diye düşünüp dururken, film kalıplaşmış karakterleri ve göz ardı ettiği sinema diliyle, bizleri kendisinden her dakika biraz daha uzaklaştırıyor ve en sonunda da hiçbir sonuca varmıyor.
Eğer Meksika'da yaşıyor olsaydık, belki de bu kadar sonuçsuz hissetmezdik kendimizi diye düşünüyoruz filmden çıkınca. Gözler önüne serilmeye çalışılan yolsuzluk üçgenine bakıp, hayretler içinde gördüklerimizi onaylardık belki de. Fakat sinemanın evrensel dili sayesinde bizler de filmin içinde kendi ülkemize dair bir şeyler bulmalıydık aslında. Ama açıkça görülüyor ki aynı dili konuşmuyoruz filmle, duygularını anlayamıyoruz.