Paul Walker’ı Nasıl Bilirsiniz?
Yazar: Ertan TunçKutup Macerası'nın iyi taraflarından başlayalım. Film, doğal güzellikleri aktarma biçimiyle en azından bir kez o toprakları görmek gerektiğini düşündürtüyor. İkinci başarısı da, hayvan sevgisi aşılaması. Film bittiğinde, köpek sahibi olmak istiyorsunuz, bu açık ve net. Köpeklerin yaralı arkadaşlarını besledikleri sahne gerçekten etkileyici, bakışlarıyla dayanıştıkları ve iletişime geçtikleri sahneler de öyle. Sanırım Jules Winnfield haklı: Köpekler karakter sahibi hayvanlardır.
Köpeklerin aksiyon sahnelerini sürüklediği Kutup Macerası'nda ritmi iyi ayarlanmış hareketli sahneler var. Ama aksiyon sahnelerinin film içindeki yayılımı dengeli değil. Bazı yerler müthiş tempoya sahip, bazı yerler çok durağan, böyle olunca da yer yer filmden soğumalar başlıyor. Paralel iki hikaye arasındaki uyum, kurgudan kaynaklanan sebeplerle zedelenmişe benziyor. Walker'ın dramatik çöküşüne ve duyduğu suçluluğun yıkıcı etkilerine inanmakta güçlük çekiliyor, bu durumda, ardından gelen köpekli sahnelerin etkisi de zayıflıyor.
Başroldeki Paul Walker'dan bahsetmişken, bu genç adam kötü bir oyuncu, oynayamıyor. Orlando Bloom ve Walker zaman geçtikçe iyi filmlerde yer almaya devam ediyorlar, işin ilginci de bu. Walker'ın yüzü ve vücudu (buzullarda yarı çıplak dolaşışının ve Antarktika'da aşkı buluverişinin sinema sanatı için ne denli içler acısı, sinema endüstrisi için de ne kadar zorunlu olduğunu bilmem söylememe gerek var mı?) dışında şimdilik bir özelliği yok. Maya ve Walker Oscar'a aday olsa, bu ikisi arasındaki şey "seçim" bile olmaz.
Kutup Macerası olması gerekenden çok daha uzun bir film ama Frank Marshall'ın bu proje için Congo'dan sonra 10-11 yıl beklediği düşünüldüğünde anlayışla karşılanalabilir. Zemeckis-Spielberg çizgisinin, onlar kadar yaratıcı olmayan uzantısı sayılabilecek Marshall'ın (ki Marshall bu ikiliyle yıllarca çalışmış ve çırak çıkmıştır) Alive filminde başarıyla tasvir ettiği "hayatta kalma" dürtüsünün, kar köpeklerinin gözüyle değerlendirilen yeni bir yorumu sayılabilir Kutup Macerası. Tabii burada arkadaşının cesedini yemek yok.
1958'de yaşanan bir Japon keşif faciasından yola çıkılarak meydana getirilen hikaye, "gerçekten yaşanmış olaylardan yola çıktığını" söylese de, sanki 1993'de Amerikalıların başına gelmiş izlenimi vermeye çalışıyor. Bu da sinema onuruyla, hele ki 1958'de ölenler düşünüldüğünde, insanlık onuruyla bağdaşmıyor. Köpeklere Amerikan Başkanı ve senatörlerinin isimlerini verebilirsiniz ama bunu yapamazsınız.
Bu tip filmlerin Türkiye'deki tanıtım serüvenini ve pazarlama stratejilerini bildiğimiz için söylüyorum, Kutup Macerası on yaşından küçük çocuklara uygun bir film değil. Bir türlü gelmek bilmeyen yardımı, numaratörle hatırlatılan geçen gün sayısını, ölen, yaralanan, aç kalan ve sakat kalan köpekleri, heyecanlı müzikleri, çok az da olsa içki ve cinselliği, türlü mantık hatalarını (nereden peyda olduğu bilinemeyen "gün ışığı" gibi), ölü katil balina sahnesini ve benzeri sahneleri göz önünde bulundurursak...
Antarktika'da, buzullarda, kutuplarda, karlı dağlarda geçen filmlerin özünde bir çekicilik vardır. Dikey Limit'i, Kar Köpekleri'ni ve/veya Beyaz Diş'i sevdiyseniz, yukarıda saydığım olumsuzluklara rağmen, bu film hoşunuza gidecektir. Filmde açığa çıkan hayatta kalma içgüdüsüyle, özdeşleşmemek elde değil. Köpeklerin kurtulup, kurtulamayacağına duyulan merakın, geçen zamanın ve tahrip edici hava koşullarının heyecanı arttırdığı, Kutup Macerası, yönetmen Frank Marshall'ın yetkin çalışmasıyla, "iyi bir seyirlik" konumuna yükseliyor. Özellikle, köpek hayranları kaçırmasın.