Hesabım
    Edmond
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Edmond

    David Mamet Uygarlığı

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Festivaller sayesinde, beni bir kenara çekip, özel bir şeyler konuşmak istediğini söyleyen o filmi elbet buluyorum ben de. Ve onu izlerken ilk başta sıradan beklentilerle oturduğum sinema koltuğunda gözlerimi kocaman açar buluyorum kendimi. Neredeyse sadece iki gözden ibaret oluyorum. Dahası sinema salonunda herkesin hiçbir şey düşünemez olup nefeslerini tuttuğu bir an oluyor ki işte o dakika ne kendi zihninden tek bir sözcük geçirmeye ne de yanındakine bir şey söylemeye cesaret ediyor insan. Sadece film konuşuyor. Sinemanın birçok insanın katılımıyla gerçekleşen bir ritüel olduğunu yazan bütün kitaplara inanıyorum o zaman. Çünkü bir ritüelde varolması gereken o huşu dolu anı yakalayabiliyorum. Ve bu beni inanılmaz heyecanlandırıyor.

    Açıkça söylemem gerekirse geçtiğimiz 25.Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde başta işler benim için pek de yolunda gitmiyordu. Hayli beğendiğim birçok film izlesem de hiçbirinde herkesin sustuğu o özel anı bir türlü yakalayamıyordum. Tam her şeyin tadı tuzu kaçtı diye düşünmeye başladığım anda Edmond imdat çığlığımı duydu ve beni bir kenara çekip, benimle özel olarak konuştu.

    Korku filmleriyle tanınan Stuart Gordon yönetmenliğindeki Edmond David Mamet'in bir tiyatro oyunundan beyazperdeye uyarlanmış. Senaryosu da yine David Mamet tarafından yazılan film, Gordon ve Mamet ikilisinin farklı duruşları itibariyle büyük bir uyumsuzluk içindeymiş gibi gözüküyor. Fakat her iki ismin de en iyi taraflarının bir filmde buluşması hayali "Edmond" da gerçek oluyor.

    Edmond, bir gecede kendini gösteren garip bir farkındalıkla çarpılmış, gündelik yaşantısını, evini, karısını olduğu gibi terk etmiş bir adam olarak karşımıza çıkıyor en başta. Bu haliyle özellikle Cameron Crowe filmlerinde sıkça rastladığımız alışıldık bir film karakteri profili çiziyor. Lakin kendisini evinden dışarı atıp, sokaklarda süregelen apayrı bir hayatla karşılaştığında anlıyoruz ki bu karakterin bambaşka bir derdi var.

    Modernizmle, şehirleşmeyle, üzerimize yapışan kurallar zinciri boğmuş Edmond'u. Pantolonunu askıya asmak, bir restoranda "adabına" göre yemek yemek gibi fazlasıyla basit, gözümüzü kırpmak kadar refleksleşmiş kurallar bile sinirine dokunmakta onun. Bir kadınla para karşılığı birlikte olmak için dahi belirli aşamaları atlatmak, öncelikle kadına içki ısmarlamak, ona saygı göstermek ve bütün bunların öncesinde bir para pazarlığı yapmak zorunda olmak ona öylesine absürd geliyor ki. Edmond, suçun kol gezdiği, kuralların hiçe sayıldığı semtlerde bile böyle katı bir sistemle karşılaşmanın şokuyla kendini kaybediyor.

    Edmond, bilgisayar oyunlarına has matematiksel disiplinle ilerleyen bir film aslında.

    Baş karakterinin kaderle kurduğu mistik ilişki sayesinde, arka arkaya meydana gelen birbirinden farklı olaylar muhteşem bir bütüne dönüşerek seyircinin zihnine yerleşebiliyor. Stuart Gordon'ın korku filmlerinden gelen tecrübesi, Edmond'un gezindiği mekanların ışığından, kamera açısına dek muhteşem bir tekinsizlikle görselleştirilmesine yardımcı oluyor. Ve bu görsellik zaten seyircinin kafasında varolan mistik atmosferle apayrı bir bütünsellik oluşturuyor.

    Bütün bunların ötesinde Edmond bir tiyatro oyunundan uyarlanmış olmasına ve bütün olay örgüsünün tek bir karakter etrafında toplanmasına rağmen asla bir tiyatro oyununda varolan durağanlığı, zamandan ve mekandan arınmışlığı hissettirmeyen bir film. Edmond'un ilk önce tiyatro sahnesinde anlatılan öyküsünün, beyazperdede de David Mamet tarafından dile getirilmesi filmin başına gelen en iyi şey bana göre.

    Zaten Edmond'un nasıl bir insan olduğunu bilen, onu bir nevi sıfırdan yaratan kişi doğal olarak onu en iyi anlatabilecek de insan çünkü. Bu yüzdendir ki normal hayatımızda karşı karşıya gelsek garipseyeceğimiz, "normal" sıfatını yakıştıramayarak ötekileştireceğimiz Edmond, filmde bize derdini öylesine iyi anlatıyor, Mamet'in sürükleyici diyalogları Edmond'u bize o kadar yakınlaştırıyor ki içinde kuvvetli bir aidiyetle varolduğumuz kendi dünyamız, kendi gündelik hayatlarımız ötekileşiveriyor filmde.

    Uygarlığı reddedip, iç güdülerine kulak veren, çocuksu bir saflıkla aydınlanan Edmond'a daha yakın hissediyoruz kendimizi. Hatta onun karşı karşıya kaldığı bütün samimiyetsizliklerden, etrafını saran insanların gerçek niyetlerini belli etmeksizin, sorduğu sorulara net cevaplar vermemelerinden onun kadar bizler de rahatsız oluyoruz. Şehir hayatının ve toplumsal yaşamın sindirdiği tüm güdülerimizi yeniden uyandırmak, onun kadar kontrolsüz olmak istiyoruz.

    Filmi böylesine güçlü duygular eşliğinde seyretmemizin bir diğer sebebi de tabi ki William H. Macy'nin olağanüstü oyunculuğu. Macy, olay örgüsünün kendi canlandırdığı karakter etrafında döndüğünün öylesine farkında ki performansını da böyle bir sorumluluğun altından kalkabilecek derecede yüksek tutmuş. Ne olayların vuku bulduğu mekanları sindirecek kadar abartılı bir oyunculuk sergilemiş, ne de karakteri ezecek kadar pasif. Bu gayret de Mamet'in başarıyla yazılmış senaryosunun hakkını vermeye yetmiş bana kalırsa.

    Daha önce de belirttiğim gibi kadrosunda varolan her ismin en başarılı yönlerini sergilediği bir film Edmond. Gerilim ögelerinin tekinsiz mekanlarda en iyi şekilde öne çıkarıldığı, kameranın tam kıvamında bir hareketlilik ve konumlandırmayla kullanıldığı, oyunculuğun da en doğal haliyle ortaya konduğu bir yapım. Peki Edmond bu kadar iyi yazılmış bir film olmasaydı bu harika organizasyon yine de gerçekleşir miydi, o apayrı bir tartışma konusu.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top