Bit Pazarına Sis İndi
Yazar: Murat Emir ErenUzun metraj bir filme vakit ayrıldığında nereden baksanız iki saat alıyor sizden. Bu elbette izleyen için geçerli olan rakam/zaman. Bir de bizlerin iş icabı evvelinde ve sonrasında mevzu bahis filme ayırdığımız mesai var mesela. Bununla beraber bir filmin, bir sinema yazarına 5-6 saat mesaiye mal olduğunu söylemek mümkün. Tüm bunlara yapımın kendisine harcanan vakti ve parayı dahil etmek de mümkün. İşlerini yapanların paralarını hayli hayli aldığını da ekleyerek tabii...
Bu noktada, emek şu bu kumkumalığını da yapacak birileri çıkar elbet. Onları da geçiverelim. Bu saatleri, sinema izleyicisi, sinema yazarı dahilinde tutalım, epey bir zaman olduğunu görelim. Peki simdi bu bakkal hesabını neden yapıyorum? Tüm bunlar, Sis ve benzeri filmlerin, sinema yazarlarının, yahut belli bir ülkede sinema gündemiyle haşır neşir kimselerin hayatından bir başka filmin almayı hak ettiği zamanı nasıl da alıverdğini anlatabilmek için esasında. Sis'in, imdb kullanıcılarının layık gördüğü 10 üzerinden 2.9 puanla, en kötüler sıralamasına 85'inci sıradan girmesine de güvenerek, lafımı güzafımı sakınmadan üç beş kelam edebilmek mümkün olacak.
80'li yıllarda serseri auteur John Carpenter'ın elinden çıkma başarılı bir furya filmi olarak John Carpenter's The Fog arşivinizin dantelli rafından size selam eden, zaman zaman izleyip şimdinin hırpani ve "Böö!" diyerek korkutmaktan mütevellit gerilim silsilesine nanik yapmanızı sağlayacak türden bir yapımdır, başımızın üzerinde de rafımızda olduğu kadar yeri vardır. Yadigardır. Amma velakin, bu sezon Dehşet Sokağı ile başlayan bit pazarına nur yağdırırken doluya tutulma eylemlerinin bir kurbanı da kendisi olmuş gibi görünüyor. Esasında filmin prodüksiyon olarak bakıldığında başarısızlıktan ziyade, vasatın üzeri bir gerilim, vasatın üzeri bir yeniden çevrim olabilme şansı söz konusu. Zira yönetmen Rupert Wainwright'ın Stigmata gibi sağlam bir referansı var. Bunun haricinde, başroldeki Tom Yelling Smallville ile, Maggie Grace de geçtiğimiz yılın en çok konuşulan yapımlarından Lost ile olsun ünlenmiş, gözde isimler. Elde bir de Salma Blair var. Para şu bu deseniz gani. Peki sorun nerede? Sorun senaryodan başlayıp, prodüksiyon tasarımı, oyuncu seçimi ve yönetmenlikle devam edivermiş. Böylelikle karşımıza Sis çıkmış.
Sis, geçmişte atalarının işlediği bir günahın vebalini üstlenen bir küçük sahil kasabasını konu ediniyor kendisine. Bildiğiniz üzere, günün birinde bir sis bulutu geliyor ve kasabada kabus baş gösteriyor. İlk filmde tüm bu olaylar bir gecede gerçekleşiyor ve Carpenter'ın usta işi yorumu, başta Jamie Lee Curtis olmak üzere oyuncuların performansı ve mükemmel atmosferiyle başarı kazanıyordu. Ancak bu filmde oldukça değişen hikaye yapısı, teknoloji arsızlığından kaynaklanan gülünç bir görsel atmosfer, lüzumsuzca eklenen karakterler ve bağlı bulunduğu korku geleneğinden hiçbir şeyi ödünç almayı beceremeyen yönetmeniyle işler hayli kötü gitmiş görünüyor. Özellikle filme eklenen sempatik afro-amerikan karakterin, ne denli yapıştırma, ne denli saçma ve sapan durduğunun altını özellikle çizmek istiyorum.
Filmle ilgili olarak ise, benim farklı bir teorim söz konusu naçizane. Bu teorim söz konusu sis ve sisin içindeki intikam için geçmişten geri dönen koloni üzerine. Varsayalım ki film boyunca kabusa dönüşen o duman, o sis, kasabaya gelirken yangınla yok olan bir gemideki, bir tür otun dumanı olsun. Bu duman kafa yapıyor olsun. Haliyle, bu otun yer aldığı geniş bir alanda çıkan yangın (hatırlarsanız filmin başında bir yangın sahnesi mevcut), büyükçe bir duman bulutuna, bu duman da rüzgar vesilesiyle geldiği kasabalıları etkileyerek bu tip halüsinasyonlar görmesine neden olsun.. Elbette film setindekilerin de ciğerlerine nüfuz etsin. Başka türlü, bu filmin ortaya çıkmasına bir neden göremiyoruz. Ama iyi ama kötü. Yine de, tüm bunları ekleyerek, filmle ilgili merakınızı gidermek içün salondan içeri girebilirsiniz.