Buffy Tadında
Yazar: Ayşegül KesirliRus sineması dendiğinde çoğumuzun aklına ilk olarak fazlasıyla uzun ve sessiz sahnelerle bezenmiş ağır edebiyat uyarlamaları gelir nedense. Dokunmadan da tutkuyla sevebilen acı dolu karakterlerin, karlı Moskova sokaklarında geçen metaforlarla süslü melankolik hikayeleri bizlere Rus sinemasını çağrıştırır.
Yönetmen Timur Bekmambetov?un iyi ve kötü arasında yaşanmış mitik bir savaşın günümüzdeki etkilerini anlattığı Gece Nöbeti (2004) ise, Rus Sineması'nın insanlar üzerinde bıraktığı izlenimi yıkmak için çekilmiş adeta.
Ülkesinde vizyona girdiği an hasılat rekorları kıran, Matrix Üçlemesi (1999-2003) ve Yüzüklerin Efendisi (2001-2003) ile karşılaştırılan Gece Nöbeti, gerçekte olduğundan, fazla abartılmış bir film belki de. Rus Sineması'na popüler ve hareket dolu bambaşka bir bakış açısı getiren filmin, bütçesi, görsel efektleri ve zekice yapılmış montajıyla gerçekten Amerikan sineması ile yarışabilecek konumda olduğu bir gerçek. Ancak karşılaştırıldığı filmlerdeki mitolojik anlamları ve kurgusal dehayı sırtlayabilecek kadar güçlü bir yapım olmadığı da apaçık ortada.
İnsanları, başka bir boyutta hüküm sürebilen ve süremeyen, diğer boyutu görebilenleri de gece ve gündüz nöbetçileri olarak sınıflara ayıran film, ne iyilerin tam iyi ne de kötülerin tam kötü olduğu bir ortamda geçiyor. Felsefi bir bakış açısıyla çok hoş denebilecek olan bu özellik, sinemasal ortamda görsel bir anlam karmaşasına sebep oluyor. Bu problemi çözmek içinse iyiler ve kötüler arasına en azından görsel anlamda keskin bir çizgi çizilmek isteniyor. Ve kötülerden oluştuğu söylenen gündüz nöbetçilerinin bildiğimiz vampir ırkı olduğu ortaya çıkıyor. Bir anda bir vampir mitine dönüşen film Bıçağın İki Yüzü (1998) tadında bir avcı-avlanan hikayesi olup çıkıyor.
Bu vampir mitinin yanı sıra film boyunca iki ayrı hikayeyle de karşılaşıyoruz. Bunlardan biri lanetli bir bakirenin korkunç bir fırtınaya yol açacağına dair ortada dolaşan söylentilerden ibaret. Bir diğer hikaye ise seçilmiş bir çocuğun iyiler ve kötüler arasındaki güç dengesini bozacağına dair bir kehanet üzerine kurulu. Ancak ortada dolaşan bu üç hikaye de birbirleri ile sıkı bağlar içinde değiller. Bu nedenle de filmi izlerken dünyayı tehdit eden bir tehlike ile karşı karşıyaymışız gibi kuvvetli bir duygu hissedemiyoruz. Film bize daha çok gece nöbetçilerinin bir gün içinde başlarından geçen olayları, barışı korumak için nasıl zorlandıklarını, gece boyunca ne gibi badireler atlattıklarını anlatıyormuş gibi geliyor. Olaylar bir film kurgusuna yakışır şekilde gelişmiyor. Daha çok bir sonraki macera haftaya izlenimini veren bir televizyon dizisini andırıyor.Bu yönden de birçok sahnesinde atıfta bulunduğu Buffy The Vampire Slayer (1997-2003)’a fazlaca yakın duruyor.
Gece Nöbeti’ni Buffy ile bu kadar benzer yapan bir başka öge ise, dünyayı tehdit eden bütün olayların aynı mekan içinde gerçekleşiyor olması. Dünyanın başka yerlerinde de bu tip olayların yaşandığına dair hiçbir ip ucu göremiyoruz film boyunca. Cehennem Ağzı'nın, koskoca dünyanın herhangi bir yerinde olabilecekken Sunnydale gibi küçücük bir kasabanın altında olması gibi hem seçilmiş kişi ve hem de fırtınaya neden olan lanetli bakire Rusya'da. Ancak bu durum Buffy The Vampire Slayer’de ne kadar anlamlıysa Gece Nöbeti’nde o kadar anlamsız. Çünkü Buffy'de anlatılmaya çalışılan sıradan bir kasaba hayatına sahip, fazla zeki olmayan liseli bir kızın bile içindeki gücü keşfedip, kötülüklerle savaşabileceği. Ancak bu farklı yaklaşımı Gece Nöbeti’nde bulmak çok zor. Bu yüzden de arka arkaya patlak veren bunca olayın aynı çatı altında gerçekleşmesi sadece bir Amerikan klişesi olarak izleyenleri rahatsız ediyor.
İyi ve kötüyü karşı karşıya getiren, aralarındaki güç dengesinden bahseden ve bir kehanetle bunun bozulacağına inanan bir filmin mitolojik bir alt yapısı olmadığına inanmak çok zor. Bu alt yapı aksiyonvari bir kurgunun temelinde yer alıyor da olsa beraberinde getireceği felsefi çağrışımlar da göz ardı edilemez. Gece Nöbeti, yüksek bütçesi ve başarılı görsel efektleri arasında bu ayrıntıyı göz ardı etmiş bir film.
Çeşitli sembollerle hikayenin bu yönünü yansıtmaya çabalıyor ve birden fazla kere izlendiğinde bir şeyleri yerli yerine oturtuyor olsa da bir filmi esas başarılı kılan, seyirciyi ilk vuruşta çarpması ve onu tekrar izleyip farklı anlamlar peşinde koşmaya çağırması. Altında Rus imzası bulunan bir filmden hikayenin daha derinine inmesi ve daha düzenli bir anlatıma sahip olması beklenirken sadece içi boş bir görsel gösteriş ile karşılaşmak tam bir hayal kırıklığı.