İngilizler’in Haklı Gururu
Yazar: Ali ErcivanSense & Sensibility ve Emma'dan bu yana, beyazperdede büyük bir Jane Austen uyarlaması izlememiştik. 2006 yılına gelmişken artık buna ihtiyacımız olmadığını düşünenler de çıkabilir belki. Ama önyargılı davranmakta acele etmeyin. Başroldeki Keira Knightley'e, Akademi tarihinde En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar ödülüne aday gösterilen en genç üçüncü aktris unvanını getiren Aşk ve Gurur (Pride & Prejudice), Altın Küre ödül töreni sırasında Emma Thompson'ın da çok eğlenceli bir sunumla belirttiği gibi, gencecik bir film.
5 kız kardeş, ebeveynleri ve duygusal ilişkileri çevresinde dönen öykü, bir türlü bir araya gelemeyen güçlü ve başına buyruk Elizabeth ile yakışıklı ve aşırı kontrollü beyefendi Darcy üzerine odaklanır. Sosyal statülerin, ekonomik ilişkilerin ve çevrenin, yazık ki duygusal ilişkilerin gidişatı üzerinde de belirleyici olduğu bir dönem anlatılmaktadır.
İlk filmini çeken, televizyon kökenli yönetmen Joe Wright'ın yorumuyla Aşk ve Gurur, günümüze ait bir gençlik filminden sadece dekor ve kostümleriyle ayrılıyor. Ama kostümlü filmlerde hakim olabilen o mesafeli ve belirgin bir şekilde geçmişe ait hava burada yok. Genç oyuncular bizim de paylaştığımız motivasyonlarla hareket ediyorlar. Her şeyden belirleyici olansa, dil. Kelimelerin seçimi ve kullanılış biçimleri zaten filmin amacını dışa vuruyor: Ağırbaşlı bir edebiyat uyarlaması değil, bugünün perspektifinden, genç bir film yapmak.
Wright'ın sinema dili de bunu doğruluyor. Yer yer kendine fazla dikkat çekmekle eleştirilen yönetmen, kamera kullanımı ve mizansen anlayışıyla o denli dinamik bir iş çıkarmış ki, kendisini gönül rahatlığıyla son dönemin en umut verici keşiflerinden biri olarak nitelendirebiliriz. Zaman aşımlarında kullanılan kimi mizansen ve kurgu taktikleri göz dolduruyor. Filmin ilk yarısında yer alan balo sahnesi, mizansenin karmaşıklığı ve kameranın hakimiyeti ile hayranlık uyandırıyor. (Evet, en azından bu sahne için şu söylenebilir ki, belki biraz fazla hayranlık uyandırıyor; "kendini hissettiren organ hastadır" diye düşünecek olursak.)
Bu projenin en büyük çıkmazı, romandan 1995 yılında BBC televizyonu için yapılan çok başarılı bir dizi uyarlamasının bulunmasıydı. Karşılaştırmalar kaçınılmazdı. Herhalde en ağır yük de Darcy rolündeki Matthew Macfadyen'ın omuzlarındaydı. Çünkü bahsi geçen TV dizisinde, Colin Firth adeta kendisi için yaratılmış olan bu karaktere kusursuz bir şekilde can vermişti. Öyle ki Firth, kariyerinin sonraki adımlarında, Bridget Jones serisi gibi farklı projelerde de birebir aynı karakterin versiyonlarını canlandırır oldu. Macfadyen da Firth'ün izinde, çok akılda kalıcı bir performans vererek bu işten alnının akıyla çıkmayı başarmış. Belki İngiliz sineması da böylece yeni romantik prensini bulmuştur.