Hesabım
    Dört Kardeş
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Dört Kardeş

    Baldan Tatlı İntikam

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Sokaklarında çetelerin kol gezdiği, köşe başlarında uyuşturucu pazarlıklarının yapıldığı, neredeyse bambaşka bir anayasanın hüküm sürdüğü Amerikan kenar mahalleleriyle, hemen hemen her John Singleton filminde karşılaşırız. Daha yirmi üç yaşındayken ilk filmi Boyz'n the Hood (1993) ile hem en iyi yönetmen hem de en iyi senaryo dalında Oscar'a aday gösterilen Singleton, bu başarının ardından Amerikan getto hayatını her filminde gözler önüne sermek gibi bir misyon edinmiştir sanki. Ancak ilk filminde gösterdiği performansı başka hiçbir filminde de göstermeyi başaramamıştır.

    Yönetmenin son filmi Dört Kardeş (2005), yine alıştığımız tarzda bir yapı üzerine oturtulmuş. Evelyn Mercer, suç oranının tavan yaptığı sokaklarda, annesiz babasız büyüyen farklı ırktan dört küçük çocuğu evlat ediniyor. Onları sıkı aile bağları içinde yetiştirmeye ve onlara iyi bir hayat kurmaları için gerekli terbiyeyi vermeye çalışmış Evelyn'in, yıllar sonra yaşanan ani ölümü ise beraberinde iç içe geçmiş bir olaylar dizisi getiriyor. Gözlerini intikam bürümüş dört kardeşin, annelerinin ölümünün ardında yatan sırrı çözmeye çalıştığı filmde, oyuncular arasındaki muhteşem iletişimin, seyirciye yaşatılmak istenen duygu yoğunluğuna katkısı sonsuz. Ancak filmin, içinde her türlü malzemeyi barındırırken takındığı apolitik tavır, koltuğunda şimdi önemli bir şeylerden bahsetmeye başlayacaklar belki de diye bekleyen seyirciyi muradına erdiremiyor.

    Hayatı, ikisi siyah ikisi beyaz dört çocukla geçen sosyal hizmetler görevlisi bekar, beyaz bir kadın, bir soygun sırasında Hintli bir kasiyerle beraber infaz edilircesine öldürülüyor. Ve her gün karşı karşıya kaldığımız onca haber, böyle bir olayın ardından kafamızda ırkçılıkla ilgili bir soru işaretinin kendiliğinden belirivermesine yol açıyor. Hele hele işin içine bu tarz bir ölümü devletin cezalandırma sistemine güvenmeyip kendi yöntemleri ile çözmeye çalışan dört kardeş, sokak çeteleri, kara para ve kirli polisler girince film kendiliğinden politik bir temele oturuyor.

    Ancak yönetmen John Singleton, film boyunca bütün bu olaylar zincirini ne ırkçılığa, ne kanunların yetersizliğine, ne de çete savaşlarına bağlıyor. Bütün olan biten gözleri intikamdan başka bir şey görmeyen dört kahramanın şehrin sokaklarında western-vari bir hava içinde düşmanları ile çatışmaya girmelerinden ibaret oluyor.

    Bir filmde, derinine inilmeyecek bir hikayenin daha fazla aksiyon sahnesi ve daha sert bir anlatımla işlenmesi seyirciyi daha memnun edecek bir durumdur belki de. Aksi takdirde izleyenlerin filme olan ilgisini kaybedip, aklından başka düşünceler geçirmeye başlamasını önlemek çok zor olabilir. Yönetmen John Singleton'ın, Dört Kardeş’te, Evelyn'in ölümünü ve ardından yaşananları sadece çift taraflı bir intikam oyunu olarak işlemesi saygıyla karşılanabilir ve kendi tercihi olarak algılanabilir. Ancak hikayenin nasıl işleneceği ve nereler bağlayacağına dair alınan bu karar, daha hareketli ve daha hızlı bir anlatımı da gerekli kılıyor. Ve filmde, hikayenin en başından itibaren, intikam dürtüsüyle yanıp tutuşan kahramanlarımızın, ilerleyen dakikalarda kendilerini içinde buldukları dedektiflik oyunu filmin temposunu düşürüyor. Yapılan onca araştırmanın ardından karakterlerin ellerine geçen sığ bilgiler ise seyirciyi pekte tatmin etmiyor.

    Dört Kardeş’te bütün bu olay karmaşası arasından sivrilen ve seyirciyi peşinden sürükleyen ise muhteşem tasvir edilmiş karakterler. Filmde, Mercer kardeşlerin her biri öylesine hikayeye adapte olmuş, karakteristik yapıları öylesine doğru çizilmiş ki seyirci yaptıkları hiçbir harekette veya verdikleri hiçbir tepki de tereddütte düşmüyor. Karakterlerdeki bu sahicilik duygusu filme de yansıyor ve düşen tempoya, dağılan ilgiye rağmen seyirci filmin peşini bırakmıyor, ona bir şans daha veriyor. Karakterlerin gelişen olaylar karşısında verdikleri tepkilerin filmin gidişatını da değiştirebilecek kadar kuvvetli olması ise hikayeyi son derece güçlendirebilecek bir unsur.

    Ancak bu durumun göz ardı edilmesi ve filme hareket getirebilecek böylesi bir unsurun gerektiği kadar kullanılmaması film için bir kayıp. Karakterleri ön plana çıkaran ve onları kuvvetlendiren en önemli özelliklerden biri ise oyuncular arasındaki harika iletişim. Mark Wahlberg, Andre Benjamin, Tyrese Gibson ve Garrett Hedlund tarafından canlandırılan Mercer Kardeşler, oyuncular arasında yakalanan uyum sayesinde son derece içten ve iyi tasarlanmış karakterlere dönüşüyorlar. Ve bu durum Dört Kardeş’i içerikle ilgili bazı kusurlarına rağmen izlenilesi bir film haline getiriyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top