İran’dan Kaçış Yok...
Yazar: Ayşegül KesirliVizyona İran yapımı yeni bir film girdiğinde veya festival programında herhangi bir İran filmi ile karşılaştığımda hep bir adım geri atarım. Bir an durup düşünürüm. Sonra da tamamen öncelikli tercihlerimi sıralayıp, genellikle filme gitmemeye karar veririm. Niçin bu ülkenin sinemasını bir türlü sevemediğim sorusu da daima havada kalmış olur böylelikle. Şaşkın Köpekler (2004), yine Filmekimi programında görüp, bir adım geri attığım filmlerden biriydi. Kendimi zorlayıp filmi izlediğindeyse niçin bu kadar önyargılı olduğum konusu bir nebze de olsa açıklığa kavuştu benim için.
Afganistanlı iki küçük çocuğun, düşman casusu olmakla suçlanıp yakılmaya çalışan bir köpeğin hayatını kurtarmaları ile başlıyor film. Geceleri hapisteki annelerinin yanında kalan bu iki kardeş, işgalle değişen kanunların ardından hapishaneye giremez oluyorlar. Sığınacak hiçbir yerleri kalmadığındaysa, tek çareyi hırsızlık yapıp, hapse girmeye çalışmakta buluyorlar. Süregelen olayların yanı sıra, karakterlerimizin nasıl bir ortamın içinde olduğunu anlamamız için çekilen sahneler filmin sonuna dek devam ediyor. Devam etmesi de gerekiyor zaten. Çünkü ekranda seyrettiğimiz dünya, bizde tamamen bambaşka bir zamana hapis, bambaşka bir diyar izlenimi yaratıyor. Çocukların baş etmek zorunda kaldıkları problemler, bu problemlere neden olan toplumsal sorunlar, ülkenin kadına yaklaşımı, savaşın ve otoritesizliğin yarattığı tekinsizlik bizler için öylesine yabancı kavramlar ki kendi gerçekliğimizle birleştiremiyoruz neler olup bittiğini.
Yaşadığımız öteki duygusu sınır tanımıyor film boyunca. Bu sebeple olan biten olaylardan çok geri planda kalanlarla ilgileniyoruz. Ve film böyle bir duygu yaşayacağımızı önceden tahmin ettiğini, esas hikaye ile arka planda yaşananları fark ettirmeksizin birbirinin içine yedirerek belli ediyor. "Şaşkın Köpekler"de savaşın çocukları nasıl bir sevgisizliğe, açlığa ve savunmasızlığa sürüklediği anlatılıyor. Çocuk gözüyle izlediğimiz işgal altındaki bir ülke, Vittorio De Sica'nın Bisiklet Hırsızları(1948)'na yapılan hoş bir gönderme ile İtalyan yeni gerçekçiliğine göz kırpıyor. Ve yönetmen Meshkini, İtalya'nın günümüzden elli altmış yıl önce içinde bulunduğu ruh halinin Afganistan'da daha yeni yeni yaşanmakta olduğunun mesajını veriyor. Üstüne basa basa tekrarlanan Afganistan'da kadın olmak konusu ise küçük ve bir o kadar da sade ayrıntılarla yine çocukların gözünden irdeleniyor.
Örneğin; beş senedir ortada olmayan kocasını öldü zannedip, çocuklarına bakabilmek için başka bir adamla evlenen bir anne fahişe sıfatını giyiveriyor üzerine. Bununla da kalmayıp, kocasının isteği üzerine idama mahkum edilmesi isteniyor ve kadın hapishanede ölümü bekliyor. Küçük bir kız, ağabeyi ile gittiği hapishane kapısından "bugün kadınlar giremez" diye geri çevriliyor. Ertesi gün tekrar hapishaneye gittiğinde ise kucağındaki köpeğe bakılarak "köpekler giremez" cevabının veriliyor küçük kıza ve köpekle kadın eşanlamlı hale getiriliveriyor. Filmin içinde sessizce vurgulanan bunlar gibi daha bir çok güzel ve bir o kadar acıklı ayrıntı hikayenin gücüne güç katıyor.
Bu noktada da filmin en başından beri göz önünde bulunan köpeğin hikayenin içinde ne kadar önemli bir yeri olduğu fark ediliyor. Aslında köpek film boyunca sanki o dünyaya ait değilmiş gibi bir hava içine giriyor. Gerek görünüşü, gerekse gördüğü muameleyle hikayenin esas kahramanları ile arasında yaratılan kontrast fark edilmeyecek gibi değil. Filmin başından sonuna dek rahatsız edici bir biçimde havlayan köpek, zamanla bir huzursuzluk sembolü haline geliyor. Ve Afganistan'ın gizli iç dünyasını yansıtmak için kullanılan çok doğru bir araca dönüşüyor. Seyircilere film ne kadar sade bir anlatıma sahip olsa ve gördüğümüz her karakter içinde bulunduğu durumu kabullenmiş gibi görünse de böylesine huzursuz bir iç dünyanın da var olduğu bu şekilde hatırlatılıyor.
"Şaşkın Köpekler"i seyrederken sanki geleceğe dair distopik bir film izliyormuş gibi hissettim kendimi zaman zaman. Ve gözlerimin önünde olanların aslında bizlerin yaşadığı zaman diliminde gerçekleşiyor olduğunu bilmek rahatsızlığıma rahatsızlık kattı. Belki de bu duyguyu yaşamamak için uzak durmayı tercih ediyorumdur İran filmlerinden diye düşündüm. Kendi gerçekliğimi ötekileştirmeyen filmler izlemeyi tercih ediyorumdur. Ki kendi dünyamın içinde kalıp, sinema perdesi ile koltuğum arasındaki kısacık mesafenin binlerce kilometrelik bir farka dönüşmesinden rahatsızlık duymayayım. Fakat şimdi düşünüyorum ki böyle bir rahatsızlığa neden olan "Şaşkın Köpekler" gibi basit ve içten anlatımı, kuvvetli sinema diliyle beslenmiş bir filmse kaçmamak gerek İran filmlerinden.