Medeniyetler Çatışması
Yazar: Ertan TunçKamrân İnan, Hayır Diyebilen Türkiye adlı kitabında bir diplomatik ve bürokratik geleneğin derin siyasi etkilerini aktarırken bir yandan da bu geleneğin toplumsal yaşamın her alanına sızmasına dair açılımlar ortaya koymaktadır. Bir toplumun bireylerini kıskaca alan bir savunmasızlık halidir "onaylama" eylemi. Kimi zaman yeni bir fikrin, yeni bir açılımın varlığını baltalar kimi zaman ise bir karşı çıkamama psikolojisinin içler acısı halini ortaya koyar. Fakat her alanda olduğu gibi olguların değerlendirilmesinde de toplumdan topluma büyük farklar vardır. Hayır diyememe hali, katı ve kuralcı devlet anlayışına sahip despotlukla yönetilegelmiş doğu toplumlarına özgüdür. Kabullenicilik/uymacılık; demokrasi tohumlarını çok daha eskiden yeşertmeye başlamış kültürlerde daha az rastlanır.
Britanya diplomasisi davranışlar bazında "hayır" diyebilmeyi çoktan gelenek haline getirdiği için, doğal olarak, bu da toplumuna yansımıştır. İşte orada da özlenen eylem, "evet" diyebilmektir. O yüzden yönetmen Sally Potter; "Evet'in; İngiliz dilindeki en güzel ve en gerekli sözcük olduğunu düşünüyorum" demiştir. Çünkü İngiliz toplumu da hayatın bazı güzelliklerini kaçırmak pahasına "hayır" demektedir. Yabancılara hayır, Müslümanlara hayır, yeni bir ilişkiye, yeni bir aşka hayır, şişmanlığa hayır, eşinle dahi iletişime geçmeye hayır. Hayır'lar ile örülü, yitip gitmekte olan bir yaşama ise Evet! Sally Potter'ı da bu filmi çekmeye iten düşünce bu olsa gerek.
Adı bile olmayan iki kahramanımız var: biri; evli, hali vakti yerinde, güzel, Katolik bir bilim kadını. Diğeri ise asıl mesleği cerrahlık olan ama yaşadığı korkunç bir deneyim yüzünden ülkesini terk edip İngiltere'ye gelen ve aşçılık yapmaya başlayan Müslüman bir Arap. Mutsuz evliliğinden kaçıp kurtulmak için şiirsel bir ilişkiye "evet" diyen kadının bir anda dünyası değişiyor ve hayat -deyim yerindeyse- sıfırdan başlıyor. Taa ki kültürel çatışmalar ve önyargılar bu ilişkiyi dolaylı yoldan yıkana dek.
Kısa sürede bu toplumda Müslüman bir Arap olmanın ne demek olduğunu öğretiveriyorlar erkeğe. Ona verdikleri tek şeyi yani işini elinden alıveriyorlar. Birden bir hiç oluveriyor adam ve kadınla ayrılıp ait olduğu yer olan ülkesine dönmek istiyor. İşte bu noktada, filmin kırılma noktalarından biri gelip çatıyor. Kadın ve erkek; tarım devrimi, sanayi devrimi ve medeniyetlerin çatıştığı söylenen bilişim devrimi sürecinde yaratılan tüm değer yargılarıyla birbirlerine saldırıyorlar. Sözsel bir arbede ve sonsuz dinginlik. İşte değer yargılarının kırıldığı nokta. Tüm kinini kusan iki insanın masumiyetiyle tanışmamız uzun sürmüyor. İyimser bir tavır taçlandırıyor senaryoyu.
Peki güzel kız niye ağlıyor? Niye o da Anthony için ya da annesi için mutlu olamıyor? Niye birazcık kilo almış olmasını kabul edemiyor? İşte o da Sally Potter'ın gelmek istediği asıl nokta olsa gerek.
Biri Ortadoğu'dan biri Batı'dan gelen iki ayrı kültürü, iki ayrı düşünüş öğretisini kıyasıya çarpıştırarak bazı sonuçlara ulaşıyor yönetmen. Temizlikçi kadın ve sosyalist teyze bir şekilde tercüman oluyor hikayenin meramını anlatmaya. Anthony ve mutfaktaki çalışanlar da başka bir açıdan izleyicinin düşüncesini çelmeye yarıyor. Tüm bu karmaşa ve kaos içinde; adeta bir Shakespeare oyunundan fırlamış sözcük oyunları, dişil duyarlılık ve etkileyicilik, izleyicisine bunun bir film olduğunu haykırıyor.
Abkarian'ın göz dolduran performansından ve Potter'ın şiirsel senaryosundan güç alan Evet; sınıf çatışmalarına, ırkçılığa, dinsel düşmanlığa ve aşka dair kişisel bir bakış. Toplumcu bir peri masalı, hümanist bir şiir adeta. Fakat düşünce yoğunluğu bakımından dağ gibi olmasına rağmen ne yazık ki sinemasal açıdan güçsüz, görsel açıdan seyri zor bir film.