Gerçek Hayatın <b>Şeytan</B>ları
Yazar: Misafir KoltuğuYemek yerken korkuyor musunuz? Sofradayken bıçağınız yere düşerse diye ödünüz kopuyor mu, ya da yanlışlıkla masadaki bir şeyi devirirsiniz diye? Bir yerlere yemek dökmek sizin için ölümcül bir hata mı? Ya televizyon seyrederken, kitap okurken, ders çalışırken, evde yürürken, uyurken, yaşarken yanlış bir şey yapacağım diye korkuyor musunuz? Başlangıçta size göre yanlış olmayan ama size yanlış olduğu öğretilmiş herhangi bir şey, varlığınızın başlıbaşına bir hata olduğuna inanmanızı sağlamış bir şey...
Ben korkmuyorum, belki bu yazıyı okuyanların bir çoğu da korkmuyorlar. Ama onlar oradalar, korkuyorlar, susuyorlar, bekliyorlar; kendi zamanlarının gelmesini bekliyorlar. Darbelerin altında sadece bedenleri ezilmiyor, ruhları değişiyor.
Şeytana Karşı'daki Eric Ponti, ilk gençliğinin sonlarında, oldukça hoş bir genç. Onunla ilk tanışmamız, bir sofranın başında yemek yemeyi, nefes almayı, oturmayı ve kalkmayı bildiğini öğrenerek oluyor. Bir kaç dakika sonra ise, suratına inen bir darbe ve ardından yan odada üvey babasının kemeriyle yaptığı uzun bir sohbetle, Eric yaşamayı ne kadar iyi bilirse bilsin bunun üvey babası için yeterli olmadığını öğreniyoruz. Bir sonraki sahne ise, Eric'in öğrendiği bir şeyle ilgili, kendine uygulanan şiddete karşı çıkamayan Eric'in yöntemlerini birinci elden öğrendiği şiddeti uygulayışıyla.
Üvey babasının şiddeti cezasız kalsa da, Eric'in şiddeti cezasız kalmıyor. Okuldan atılan Eric, oğlu dayak yerken piyano tuşlarına sığınan annesinin beklenmeyen bir hamlesiyle, üvey babası daha durumu öğrenemeden apar topar bir yatılı okula gönderiliyor. Hep beraber derin bir oh çekip, zavallı çocuk üvey babasının şerrinden kurtuldu, diye düşünecekken tam, aslında işlerin hiç de sandığımız gibi olmadığını öğreniyoruz.
Filmin geri kalanında, hiç düşmeyen bir tempo ve bizi avucunun içine alan bir kurguyla, Eric'in okuldaki - ve içindeki - şiddete karşı koymaya çalışmasını izliyoruz. İşler pek çok noktada ne bizim ne de Eric'in gitmesini beklediği gibi gitmiyor; hem iyi hem de kötü yönde. Bir yanda hayatının aşkını bulan Eric, diğer yanda hayatı için uğraşıyor.
Film yavaş yavaş finale doğru ilerlerken, yönetmen bir örümcek ağı gibi titizlikle olayları örüyor ve izleyici de Eric ile beraber bu ağa takılıyor ve son anda filmin başında gözümüzden kaçan ufak bir ayrıntı, bu ağı parçalıyor ve beraberce özgür kalıyoruz.
Bana kalırsa filmin bizi bu kadar çok içine çekmesini ve filme gerçekçilik duygusunu veren şey, başarılı dönemsel kostümler, dekorlar ve oyuncuların kaliteli performansları olduğu kadar, bunun gerçek bir hikaye olduğunu bilmemiz. Sadece Eric Ponti'nin başından geçenlerin gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmış olduğunu biliyor olmamız değil kastettiğim, böyle şeyler yaşayan, bu yüzden ölen insanlar olduğunu bilmemiz. Şu anda ben bu yazıyı yazarken, ya da siz bunları okurken, bir kaç ev yanda, ya da dünyanın öbür ucunda bir insan haksız yere şiddete maruz kalıyor; bildiğimiz ama çok kolay göz ardı edebildiğimiz bir şey bu.
Şeytana Karşı, son dönemde vizyona giren en sarsıcı filmlerden biri bence. Şeytaniliğin, kötülüğün sadece doğaüstü canavarlara has bir özellik olmadığını, sıradan insanların bir parçası olduğunu anlatan bir film çünkü. Savaştığımız şeytanların sadece yerin yedi kat dibinden gelmediğini, kimi zaman yemek yerken yanımızda oturduğunu bazende aynadan bize baktığını anlatan bir film.
Burcu Kaya