Herkesin halihazırda bildiği bir filmi, tek bir noktayı, virgülü değiştirmeden insanlara nasıl yeniden seyrettirebilirsiniz? 1997 yapımı efsanevi Titanik (Titanic)'i bu sefer 3D teknolojisiyle yeniden alevlendirmek istediğinde, yönetmen James Cameron'ın kafasında bu sorunun cevabı muhtemelen çoktan verilmişti. Büyük projelerin adamı Cameron, 11 Oscar'ı olan Titanik'in sinema dünyası ve seyirci üzerindeki geçmişten gelen etkisine ve kredisine güvenmese, bunca masraflı bir işe soyunmazdı gibime geliyor.
Bundan tamtamına 14 yıl önce sinemalarda seyrettiğimiz Titanik filmi, Titanik gemisinin İngiltere'den demir alışının (ve Atlantik açıklarında batışının) 100. yılı şerefine 3 boyut teknolojisinin tornasından geçirilmiş olarak bu cuma vizyonda karşımıza yeniden gelirken, filmi vakt-i zamanında beyazperdede seyretmiş dönemin ergenleri-şimdinin yetişkinlerini de geçmişe götürüyor. 1997'nin serin bir Mart günü aşktan büyülenmiş biçimde sinemadan çıkmış olan ben, şimdi daha bilinçli bir sinema seyircisi ve artık yazarı olsam da, Cameron'ın sinema dilini kullanma ustalığından bir kez daha etkilendiğimi itiraf etmeliyim.
Zamanında filmin büyük bir felaketi fon alarak salt aşk hikâyesine odaklanması eleştirilmiş, önceki Titanik filmleriyle karşılaştırılarak, gemi batarken yaşanan büyük zulme yeterince değinilmediğine dair de yorumlar getirilmişti. 14 yıl sonra Titanik'i yeniden seyredince aslında Cameron'ın kendi anlatmak istediği ile "anlatılması beklenen" arasında ince bir denge kurduğunu söylemek mümkün. Elimizde ana kurguyu saran bir çerçeve hikâye var, epik bir trajediyi seyredilir kılan esaslı bir aşk hikâyesi var, ana karakterleri destekleyen yardımcı karakterler de güçlü ve derinlikli; özellikle Kathy Bates'in canlandırdığı Molly Brown karakterine 14 yıl önce de hayran olmuştum.
Ayrıca, ultra sosyetik asiller sınıfı ile 3. sınıf kamaralarda seyahat etmeye mecbur sıradan işçiler, göçmenler, üçüncü dünya vatandaşları arasındaki kalın çizgiler de gezinti güvertelerinden, yarısı boş filikalara kadar şematik farklarla verilmiş. Zaten biliyoruz ki donarak can veren 1500'den fazla yolcunun büyük yüzdesini bu insanlar oluşturuyordu. Cameron "asaletinize zeval gelmesin diye bu insanların ölümüne sebep oldunuz" demekten çekinmiyor. Ama hikayeye politik bir sınıf farkı bilinciyle değil, gişeyi sallayacak potansiyelde bir duruşla yaklaştığını da biliyoruz.
Görsellik ve tekniğe geldiğimizdeyse 1997'den bakınca her dalda Akademi onaylı ve filmin iki versiyonu arasında karşılaştırma yapılabilecek yegane unsur da 2012'nin 3D teknolojisi. 3 boyutluluğun artık günlük hayatımızın bir parçası olduğunu düşünürsek, Avatar'a imza atmış bir yönetmenin Titanik'i de 3D olarak elden geçirme arzusunu kabul edilebilir görmek lazım. Zamanında 2 boyutlu izlediğimiz filmi yeniden modelleyerek aslına uygun 3D yapmak elbette ki zor iş. Ama gemi okyanustan çıkıp üstünüze üstünüze gelmiyor, siz de buzdağına çarpacak gibi hissetmiyorsunuz. Klasikleşme yolundaki filmlerin 3D'ye aktarılmış hali, 3D teknolojisiyle çekilmiş halinden elbette ki geride kalıyor; eldeki malzeme bu zira. Ama Cameron'ın sektörde ileriyi görebilen bir yapımcı ve yönetmen olduğunu da düşününce insan ister istemez keşke birkaç sene daha sabretseymiş diyor. Zira bu kadar görkemli bir hikaye, aslında en sıradan animasyon filmlerde ya da hikayesi dökülen korku-gerilim filmlerinde bile karşımıza çıkan 3D'nin tüm nimetlerini hak ediyor.
Son olarak yönetmenin başrollerdeki tercihinin ne kadar isabetli olduğunu bugünden bakarak bir kez daha belirtmek gerekiyor. O dönem her ikisi de kariyerlerinin başında olan Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet'ın Titanik'ten sonraki oyunculuk ivmeleri, çalıştıkları yönetmenler, üstlendikleri roller her daim çıtayı yükselten işler olarak karşımıza çıktı. 11 dalda Oscar alan bir filmde oyuncu kategorilerine her hangi bir ödül gitmezken, ilerleyen yıllarda Winslet'ın toplamda 6 kez aday gösterildiği Oscarlarda bir kez En İyi Kadın Oyuncu kategorisiyle yüzü gülerken, bebek yüzünden sıyrılan ve en zorlu rollerin altından kalkabileceğini kanıtlayan Dicaprio da 3 kez Oscar heykelciğine aday gösterildi. İnsan nereden nereye demeden edemiyor.
Sonuçta 1990'lar nostaljisini anmak isteyenler, filmi sinema perdesi yerine televizyon ya da DVD'den seyretmiş olanlar ve "böyle aşk kalmadı" diyenler için yakın dönemin son klasiklerinden biri olan Titanik yeniden, gıcır gıcır 3D olarak arz-ı endam ediyor; keyifli seyirler!
twitter.com/duygukocabay