Hesabım
    Sınıf
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Sınıf

    Sınıf

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    61. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'nin sahibi olan "Sınıf," üslup bakımından geçtiğimiz yıl büyük ödüle layık görülen "4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün"e oldukça benziyor aslında. "Sınıf"ın karakterleri yakın plan takibe alan klostrofobik kadrajları, karakterlerle birlikte hareket eden ve gidişata bir reality şov havası kazandıran dinamik kamerası çoğunlukla "4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün"ü hatırlatıyor. Cannes jürisinin Altın Palmiye'yi iki yıl üst üste benzer üsluplara sahip filmlere takdim etmesi ise, sinema camiasının son yıllarda çok daha düşük bütçeli, sade ve gerçekçi yapımları desteklemek istediğinin işareti belki de. Geçtiğimiz hafta gösterime giren bir başka Cannes ödüllü film "Gomorra"nın da "4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün" ve "Sınıf"ta ön plana çıkan anlatım özelliklerini benimsediğini düşünürsek, bu teorimizin daha da güçlendiğini söyleyebiliriz.

    Diğer yandan, her üç filmin de benzer üsluplara sahip olmalarına rağmen izleyiciler üzerine bambaşka etkiler bırakmaları ise hem yönetmenlerinin ustalığını hem de bahsettiğimiz anlatım özelliklerinin sinemacılara sunduğu olanakların zenginliğini gösteriyor. Nitekim Cristian Mungiu, dar kadrajlar ve aktif kamera hareketleriyle izleyenleri nasıl Otilia'nın boğucu hikayesine dahil etmeye çalışıyorsa Laurent Cantet de "Sınıf"ta seyircileri hemen hemen filmin tamamının geçtiği sınıf ortamının içine yerleştirmeye uğraşıyor. Ancak "4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün"de Otilia'nın öyküsünün bir parçası haline gelmek izleyenleri nasıl nefes alamaz hale getiriyorsa, Laurent Cantet'nin sınıfının bir parçası olmak onlara bir o kadar hareket imkanı tanıyor.

    Böylelikle kendilerini başkarakter François Marin'in sınıfındaki sıralardan birinde oturuyormuş gibi hisseden seyircilerle görüntü arasında bir devamlılık oluşuyor. Bu nedenle özellikle sinema salonunun ön sıralarında oturan izleyiciler, hele bir de arkalarında film boyunca fısır fısır konuşarak ortamın sessizliğini bozan birileri de varsa, tamamen reel ve interaktif bir sinema deneyimi yaşıyorlar.

    Anlayacağınız Laurent Cantet'nin filmi, seyredenlere son derece özgün bir izleme süreci vaat ediyor. Ancak bu vaat, filmin kendine has duruşunu temellendiren özelliklerden sadece biri. Bana kalırsa "Sınıf"ı esas özel yapan "Ölü Ozanlar Derneği" ve "Sakıncalı Düşünceler" gibi benzerlerinden farklı olarak 'fantastik' bir öğretmen-öğrenci ilişkisini konu edinmiyor oluşu. Hikaye içindeki tüm karakterleri bütün zaafları ve zayıflıklarıyla gözler önüne seren "Sınıf"ın ortaya koyduğu öğretmen-öğrenci ilişkisi de tıpkı vaat ettiği 'gerçekçi' sinema deneyimi kadar sahici.

    Filmde karşımıza başkarakter François Marin rolünde çıkan François Bégaudeau'nun kendi öğretmenlik deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı kitaptan beyazperdeye uyarlanan "Sınıf"ta öğrencilerine doğru yolu gösteren, mükemmel bir öğretmen profili yok. Yeri geldiğinde tepesi atan ve öğretmenler odasında isyan eden, yeri geldiğinde öğrencilerini küçük görüp, onur kırıcı sözler sarf eden sahici bir öğretmenle karşı karşıyayız "Sınıf"ta. Öykü içerisinde gerçek isimlerini kullanan amatör oyuncuların canlandırdığı karakterlerin gerek birbirleriyle gerekse öğretmenleriyle olan ilişkileri her şeyiyle hayatın içinden. Filmin eğitim sistemine yönelik tüm eleştirilerini aklımıza kazıyan ve iletmek istediği tüm mesajları yerli yerine ulaştıran da bu içten tavır.

    "Sınıf," eleştiri oklarını öğrencilere teorik ve pratik bilgiler aşılamaktan çok onları disipline etmekle uğraşan eğitim sistemine yöneltmekte. Farklı etnik kökenlerden gelen, göçmenlerle dolu bir banliyö okulunda geçen film, hem öğretmenlerin hem de eğitim sisteminin öğrencileri tek bir kimlik ve 'disiplin' altında toplamaya çalışmasını eleştiriyor. Bir noktadan sonra tamamen alegorik bir anlatıma kavuşan "Sınıf," eğitim sistemi üzerinden Avrupa kültürünün göçmenler üzerinde kurduğu baskıyı, farklı kültürlere olan tahammülsüzlüğünü ve bütün bunlardan doğan iletişim kopukluklarını araştırır hale geliyor. Son derece yalın bir hikaye üzerinden sayısız soru üreten ve izleyenleri birçok farklı konuda düşünmeye iten "Sınıf," hiç şüphesiz ki bugüne kadar eğitim sistemi üzerine yapılmış en başarılı filmlerden biri.

    Neredeyse tamamı diyaloglar üzerinden ilerleyen filmle ilgili tek sorun ise Fransızca bilmeyen bir izleyiciyi hiç ara vermeden altyazı okumaya mahkum etmesi. Filmin son dakikalarına doğru hayli yorucu bir aktiviteye dönüşen bu durumun tek dezavantajı da bu değil. Film süresince diyaloglar üzerinden birçok kelime oyunu yapıldığını hissetseniz de bu kelime oyunlarının çeviride kaybolduğunu hissetmek "Sınıf"ı izlerken başınıza gelebilecek en can sıkıcı hadise. Zira hikaye süresince bu eksiklik hissinin, izlemekten son derece keyif aldığınız bir filmi daha iyi anlamanızı ve daha iyi yorumlamanızı her daim engellediğini duyumsamak oldukça rahatsız edici. Ancak her şeye rağmen "Sınıf," özellikle eğitim sektöründe çalışan herkesin mutlaka izlemesi ve kendi adına ufak dersler çıkarması gereken bir film. Kaçırmamanızı tavsiye ederim.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top