<b>Raydan</b> <b>Çık</b>ar<b>anlar</b>
Yazar: Orkan ŞancıHollywood'un zaman zaman iyi işler çıkarttığı roman uyarlamaları mevcut. Hemen aklıma, yeni sayılabileceğinden belki, Akıl Oyunları geliyor. Akiva Goldsman, tek bir replik bile içermeyen biyografi kitabından film senaryosu yaratmıştı, hatırlayacaksınız.
Raydan Çıkanlar ise başarılı bir roman uyarlaması değil. James Siegel'ın romanının başarılı olup olmadığı da tartışılır gerçi, ancak çok sağlam bir öykü sözkonusu olsaydı bile, filmin profilinin yüksek olmayacağı, kamera arkası nedenlerle hissediliyor.
Defalarca işlenmiş bir gerilim yapısı üzerine kendini inşaa etmeye çalışan öykü ile karşılaştığında senarist Stuart Beattie ne düşündü bilinmez. Belki de fazla boş vakti ve ödenmesi gereken faturaları vardı. Ancak Karayip Korsanları: Siyah İncinin Laneti ile gözalıcı bir işe imza atan, dahası Mann filmi Collateral'ı yazan bir adamın bile elinden bu kadarı çıkıyorsa, öykünün potansiyelini siz düşünün.
Karşımızda, belki de onlarca yıl önce tüketilmiş temaları işleyen bir kurmaca var. Ancak temalara birer birer değinmek, onları işlemek anlamına da gelmiyor. Entrika, şantaj, aile sevgisi, suçluluk duygusu gibi temalar göze çarpsa da hiçbirinde dikiş tutturulamıyor.
Eski bir şeyi "evet eski biliyorum ama bak hala güzel" diye sunmak başka, bir de kendini ciddiye alıp içinden/raydan çıkılmaz bir yola girmek başka..
İsveçli yönetmen Mikael Hafström'ü sert eleştirmemin nedeni, işini yapmaması. Senaristin bol bol boş alan bırakmasına rağmen Hafström, sürekli gol kaçıran santrafor gibi. Üstelik yararlanamadığı temalarla oynayarak sözüm ona Hitchcock'vari sekanslar yaratmaya çalışmış. Oysa, bazı sahneleri çekerken gönderme yapmaya çalışırken önce kendi işini iyi yapmalısın, o sahneleri iyi çekmelisin. Sandalye bile çizemeden Picasso'ya selam gönderemezsin.
Belki de, ayırdığımız krediyi unutarak Beattie'nin de çuvalladığını kabul etmemiz gerekir... Filmin ana karakteri, seyircinin pek öyle kolay kolay özdeşleşebileceği bir tip değil. Üstelik bunun, Charles'ın film boyunca kafasını taktığı "ahlaki suç"la da alakası yok. Charles öyle bir adam ki, inanması gereken şeylere inanmıyor, inanmaması gerekenlere koşuyor. Yarı boyundaki bir adamdan dayak yiyip duruyor. Üstelik "silah" sözcüğünü duymaktan bile korkuyor.
Derailed, proje olarak birçok yanlışı aynı anda yapmış. Filmin kilit ismi olan Lucinda rolünde karşımıza Jennifer Aniston çıkıyor. İyi anladık, Brad Pitt'ten ayrıldıktan sonra kariyerine hız verecek. Ama gidip Angeline Jolie'vari bir femme fatale rolünde onu görmek pek inandırıcı gelmiyor doğrusu.
Charles rolünde karşımıza çıkan büyük oyuncu Clive Owen'dan da tat alamıyoruz . Sevimsiz bir karakteri, aynı sevimsizlikte oynaması başarı sayılabilir gerçi. Ancak Daha Yaklaş ile Oscar'a çok yaklaşan Owen'dan daha iyi filmler beklemek de hakkımız.
Raydan Çıkanlar'dan, anladığınız üzere pek hoşlanmadım. Bakın yazı bitti hala eleştiriyorum: Hey Vincent Cassel! Eşsiz bir kötü adam fiziğin var evet. Ama gittikçe Willem Dafoe olmaya başladığının farkında mısın? Bak o bile, İçerideki Adam'da iyi adamı oynadı. Monica Bellucci'nin hatırı olmasa, bir kare yüzüne bakmam. Bir de finalin durumu neydi öyle?
Evet böyle de bitmez yazı. Halbuki ne güzel hazırdı bitiş cümlem: Raydan Çıkanlar'ı belki de en güzel özetleyen sözcük, romanın girişinde Charles'ın hayatı için kullanılmış, "tekdüze"...
Oysa filmi izleyince böyle de bitiremeyeceğimi anladım. Saçmalamam ondan..