O Sadece Eski Bir Dedikodu...
Yazar: Murat Emir ErenRob Reiner, mahkeme gerilimlerinin, uydurma belgesellerin olduğu kadar, baş ağrılarından baş ağrılarına sürükleyen romantik debdebelerin adamıdır bir yerde. Ekürisi Nora Ephron ile birlikte, şimdiye kadar belki de türü (Romantik-Komedi) yeniden tanımlayan isimlerden biri olmayı başarmıştır. Hoş, kendisi haricinde türe hakkını veren de pek görülmüş değil. İzinden giden, türe sülfat, fosfat ve bilimum asiti bulaştırarak suyu bulandıran isimler, yeni yeni "aşk-komedisi" denemeleri de olmadı değil. Ancak hiçbiri bir Harry ile Sally Tanışınca olamadığı gibi, Reiner'ın geçtiğimiz yıllarda denediği İkimizin Hikayesi'si de yönetmenin romantizme dair melekelerini yitirdiğinin bir göstergesiydi adeta...
Ana referansını Mike Nichols'ın ses getiren başyapıtı The Graduate'den alan Gerçek Dedikodu, oradaki hikayenin bir nevi devam öyküsünü sunuyor. Şüphesiz "The Graduate 2" gibi bir durum yok ortada. Sadece, herkesin her filmi izledikten sonra sorabileceği "bu insanlara, bu olaylardan sonra ne olmuş olabilir" sorusu üzerine bir fantezi kurup, temel aldığı hikayeyi sadece bir başlangıç noktası olarak kullanıyor Reiner. Yani The Graduate'de anlatılan "Aynı ailenin hem annesi, hem de kızıyla birlikte olan genç" ise eğer, burada "bir gencin, hem annesiyle hem kızıyla beraber olduğu AİLE"nin günümüzdeki durumu ele alınıyor.
İkimizin Hikayesi, önümüzdeki film Gerçek Dedikodu için önemli bir referans oluyor. Zira Reiner'ın bir önceki romantik komedi denemesindeki problemleri, aynen bu filme de taşıdığı görülüyor. Nedir bunlar? Her şeyden evvel, film belli bir düzlemde ve oldukça kısa bir zamanda anlatılabilecek bir öyküyü, haddinden fazla bir zaman dilimine yayarak anlatıyor. Filmin 96 dakikalık ortalama uzunluktaki süresi bile, bu nedenle ve nispeten kurgunun da üstünkörü kotarılmış olmasından ötürü izleyiciye fazlasıyla uzun gelebiliyor. Başta da dediğimiz gibi bunun temel nedeni, hikayenin ana karakteri "ailesinin sırlarını keşfeden genç kız" Sarah'nın üzerine yeterince başarılı bir dramatik yapı inşa edilememiş olmasından kaynaklanıyor.
Zira Sarah, filmin hemen başında ailesinin, yani büyükannesinin, The Graduate filminde anlatılan aile olduğunu öğreniyor. Haliyle, annesinin de filmdeki genç kız olduğunu. Ailesine zerre kadar benzememesinin sebebini de, annesinin evlenmeden birlikte olduğu bu gizemli adamın kızı olma ihtimaline bağlayıveriyor. Bunlar tamam... Ancak Sarah'nın aile bireyleriyle benzeşmeyen yönleri bir iki replik haricinde dile getirilmediği gibi, bu hikayenin yıllarca evin diğer bireylerinden nasıl saklandığını ve ailenin diğer üyelerinin bu konuda ne düşündüğünü öğrenmemiz pek mümkün olmuyor. Oldukça kuru bir olay örgüsü üzerinden ilerleyen film, zaman zaman düşen, hatta yerlerde sürünen bir tempoyla zor anlar yaşıyor...
The Graduate'i temel alan yapım, o hikayedeki karakterlerin şimdiki hallerini dahi neredeyse son bir kaç dakikada bir araya getirmeyi başarıyor. Reiner, karakterler üzerine son derece eğlenceli güzellemeler yapabilecekken, bu faslı filmin çok küçük noktalarına yerleştirip, zamanının çoğunu, Sarah'nın babası olması ihtimaliyle gidip, ne idüğü belirsiz bir ilişkiye girdiği Beau Burroughs ile yaşadıklarına harcıyor. Haliyle, filmin ilgiyi ayakta tutan tek kalesi "bu insanlar şimdi ne yapıyor, karşılaşsalar ne olur" biraz sekteye uğruyor. Film ağır ve yüzeysel ilerleyen yapısına rağmen, bu detaylara da giremeden meramını tamamlıyor.
Tüm bunlara rağmen, The Graduate göndermeleri ve özellikle Shirley MacLaine'in muazzam performansı sayesinde film ayakta duruyor. Yoksa ne Sarah (Jennifer Aniston) ve Jeff arasındaki ilişki bir ilişkiye benziyor, ne Sarah'nın, annesi ve büyükannesinin de birlikte olduğu Beau Burroughs ilw olan ilişkisi kulağa inandırıcı geliyor, ne de tüm bunlardan bir romantizm çıkıyor. "Komedisine tamam, ama romantizm bunun neresinde?" diye boşuna yorulmayın, o sadece eski bir dedikodu...