Ozon Kendini Aştı
Yazar: Ayşegül KesirliFrançois Ozon filmleri için uygun bir sıfat aradığımda aklıma gelen ilk sözcük "akışkan" oldu nedense. Ancak bu kelimenin yanına çok yakışacağını düşündüğüm "sade" sıfatını Ozon'un sinemasıyla beraber anmak istemedim birden. Hikayelerini ne kadar sade bir görsellikle süslerse süslesin, karakterlerinin beklenmedik hareketleri bu sadeliğe gölge düşürüyordu belki de. Görüntüler karşımızda kelimenin tam anlamıyla su gibi akıp gidiyordu. Ama karakterlerin iç dünyaları, absürdlükleri bizleri sadelikten uzaklaştırıp kendi kıstırılmış şehirli hayatlarımıza hapsediyordu.
Bu nedenle de bir yerde doğayı değil, doğadan koparılmışlığı tasvir ediyordu François Ozon. Yeni filmi Veda Vakti ise Ozon'un bizleri şehir hayatından, dejenere yaşam tarzlarından uzaklaştırıp, doğaya götürdüğü, hem anlatım hem de biçim açısından fazlaca sadeleştiği, kamerasını hayatın akışına daha rahat bıraktığı bir film.
François Ozon ile geçmişteki ilişkimize bir göz attığımızda, görüyoruz ki son çalışması Beş Kere İki ile vizyon salonlarına konuk olduktan sonra sadece bir seneliğine bizlerden ayrı kalmış. Bu kadar kısa bir zamanda bir insan kendi içinde ne kadar uzun bir yolculuğa çıkabilir, kendini ne kadar sorgulayıp, ne kadar farklı bir işe imza atabilir soruları yeni filmini izlemeden evvel Ozonla ilgili kafamızı kurcalayanlar arasında ilk sırayı alıyorlar bu nedenle. Filmi izledikten sonraysa aklımızdaki her türlü soruya ve şüpheye verilebilecek en güzel yanıtın Veda Vakti olduğu gönül rahatlığıyla söylenebiliyor.
Veda Vakti'nin temelini ölümüne üç ay kala, kendi alışkanlıklarını ve kişisel geçmişini sorgulamaya başlayan Romain karakteri oluşturuyor. Filmde, bu kendini ve etrafını keşfetme, hayatını son bir kere gözden geçirme öyküsüne paralel olarak François Ozon da kendi sinemasını sorguluyor bana kalırsa. Geçmiş Ozon filmlerindeki hazır cevap, öfkeli, hayata tepkili karakterler, Romain'in gündelik yaşantısında sergilemeye alışık olduğu tavırlarla Veda Vakti'ne taşınıyorlar. Aileyle yenen bir akşam yemeği sırasında, hastalığını açık etmekten çekinip susan bir Romain var bir tarafta. Bunun yanında da bir anda parlayıp, ablasının bütün zaaflarını dile getiren, zehirli sözcüklerle onu paramparça eden bambaşka bir Romain var.
Buraya kadar her şey tipik bir Ozon filmi gibi ilerliyor belki de. Ne hikayede ne de yönetmenin kendisinde çarpıcı, apayrı bir çıkış gözleniyor. Fakat ne oluyorsa Romain ölüm fikrini içselleştirdikten sonra oluyor. Tavırlarında fark edilir bir değişim gözleniyor. Ne büyük çıkışlar yapıyor artık. Ne de zehir zemberek sözler edip, etrafındakilere yükleniyor. Babaannesinin kollarında huzur bulan küçük bir çocuğa dönüşüyor sanki. François Ozon da işte bu değişimi fırsat bilerek, kendi geçmişini eleştiriyor belki de.
Geçmiş filmlerine konuk olan yırtıcı karakterlerin artık durumlarını kabullendiklerini, sadeleştiklerini belli etmek istiyor. Sanki filmin her karesinde Ozon'un kendisi de büyüyor ve olgunlaşıyor ve kısa zamanda değişen sinema diliyle kendi içsel yolculuğunu filme dahil etmesi Veda Vakti'ni benzersiz yapıyor. Böylelikle yönetmenin geçmişiyle başlayıp, filmin hikayesiyle devam eden filmden bağımsız bir akış çıkıyor ortaya. Yönetmenin gelecek filmlerine referans veriliyor neredeyse. İzleyenler sonraki François Ozon filmlerinde bizleri nasıl sürprizler bekliyor diye meraka düşüyorlar.
Film böylelikle harika bir beyin jimnastiğine, insanı kendine çeken bir sinemasal deneyime vesile oluyor. Bütün bunlardan bağımsız olarak filmi izleyenler, hikayenin etrafında dolaşan mistik bir tartışmaya da şahit olma fırsatını yakalıyorlar. Uygarlık fikriyle yıkanan zihinlerin gündelik yaşantılarında algılayabileceğinden çok daha farklı bir doğa tanımıyla karşımıza çıkıyor François Ozon. Doğanın cinsiyetini sorguluyor. Daima dişiye atfedilen doğurganlık özelliğini kadının iktidarı olmaktan çıkarıyor. Erkeğin doğurganlığını fantastik bir şekilde sergilemiyor belki ama bu hadiseyi baş karakterinin hayatını çocuk sahibi olamayan bir çiftle kesiştirerek çok daha anlamlı bir boyuta taşıyor.
Tartışmayı sadece böyle küçük bir olayla noktalamakla yetinmeyen Ozon, muhteşem doğa görüntüleriyle karakterlerini aynı çerçevede gösterip, bu polemiği insanın fiziksel sınırlarının içine dahi taşıyor. Ölümün cinsiyet göz etmeksizin, yepyeni bir şeyin doğumuna sebebiyet verebileceğini, yaşamın ölümden sonra devam edebileceğini sürekli vurguluyor. Filmin Ozon'un kendi gelişim sürecine atıfta bulunduğunu bu tartışmanın içine yerleştirdiğimizde de, ölüm sürecinin sonunda yeni doğan bir bebekle, yeni ortaya çıkan bir sanat yapıtı birbirlerine eşitleniyor. Her iki eseri verenin cinsiyeti ise hiç mi hiç fark etmiyor. Bütün bu önermeler sadece hayatın belirli bir evresini kapatıp, başka bir evresine adım atmakla ilgileniyorlar ve izleyenleri tam anlamıyla büyülüyorlar.
Üzücü bir konusu olmasına rağmen bu özelliğini ön plana çıkarmaktan çok uzak bir film Veda Vakti. François Ozon'un tam bir "auteur" disipliniyle çalıştığı ve olağanüstü bir performans sergilediği, akışkan, sade, yepyeni bir eser.