Sokağın Kralları
Yazar: Oktay Ege KozakHollywood'un Los Angeles hakkında bize öğrettiği tek bir bilgi varsa, o da bütün polislerinin vahşi birer katil olduğudur herhalde. LAPD içindeki yolsuzluklar ve cinayetler etrafında dönen, her polisin birbirinden daha maço, vahşi ve acımasız gösterildiği İlk Gün, Hesaplaşma ve Internal Affairs gibi filmleri izlemiş seyircinin yolu Melekler Şehri'ne düşerse polise yol tarifi sormaya bile çekinecektir.
Nedense yolsuz LA polislerine kafayı takmış, yukarıda örneğini verdiğim üç filmden ikisinin (Denzel Washington'lu İlk Gün ile Kurt Russell'lı Hesaplaşma) yazarı David Ayer, bu son dönem "Yolsuz Los Angeles Polisi Gerilimi" Sokağın Kralları'nın da bu sefer kamera arkasına geçmeyi tercih etmiş. LAPD, eğer halen yerlerde sürünen imajını düzeltmek istiyorsa, bence yapmaları gereken ilk hareket, David Ayer'e polislerle uzaktan yakından alakası olmayan hafif bir romantik komedi çekmesi için milyonlarca dolar akıtmak olmalı. Ayrıca eğer Ayer bir sonraki projesinde de yolsuz polislere bulaşırsa, vahim bir "kaza"ya kurban gitmesi muhtemel.
İşin LAPD politikasından çıkıp eğlence tarafına değinelim. İşte bu konuda haberler biraz kötü. Sokağın Kralları, her ne kadar İlk Gün ve Hesaplaşma'nın sert, vahşi, buram buram testesteron kokan, kas ve kurşun dolu stilini korusa da, fazla karmaşık, uzun ve klişe dolu senaryosu altında boğuluyor. David Ayer grenli, grey tonlu kinetik görsellikleri, adrenalin dolu "Erkek" karakterizasyonları az çok ustalıkla kotarsa da, klişe dolu konusuna ve hikayesine azıcık da olsa bir yenilik ve heyecan hissi aşılayamıyor.
Tabii ki David Ayer gibi yeni yetme bir yönetmeni bir kenara bırakın, filmin noktaları birleştir tarzı tipik senaryosunu Scorsese gibi türün dahilerinden birinin bile ortalama eğlencelik seviyesinden daha yükseğe çıkartması zor. Karanlık geçmişiyle başa çıkmaya çalışan alkolik polis ana karakterimizden tutun da, kontrol hastası baba kompleksli siyah polis şefinden, daha film başlamadan kolayca tahmin edilecek "sürpriz"lerine kadar Sokağın Kralları, duvardan duvara yıldızlarla dolu bir sinema filminden çok, ucuz televizyon filmlerinden bekleyeceğimiz yavan bir anlatıma sahip.
İlginçtir ki, filmin üç senaryo yazarından ikisi saygıdeğer isimler. Bu isimlerden ilki, son yılların en başarılı aksiyon/bilim-kurgu filmlerinden biri Equilibrium'un yaratıcısı Kurt Wimmer. Diğer isim daha da kafa karıştırıcı. Aslında biraz düşününce mantık sınırları dışında bir isim değil: Efsanevi LA suç yazarı James Ellroy. Ellroy'un Los Angeles Sırları gibi bir modern suç şaheserinde mükemmel bir biçimde bir araya gelen, her köşesi entrika ve sürpriz dolu yap-boz misali anlatımı, Sokağın Kralları'nda bir türlü bir araya gelmiyor. Ellroy'un bu yeni yap-bozunun parçalarının çoğu bir birine uyuşmuyor, bir sürü motivasyon ve konu dönümü açıklanmıyor, havada kalmakla yetiniyor.
Sinema ve televizyon yıldızlarıyla dolu kadronun uyurgezer modundaki performansları, Sokağın Kralları'nı yavanlıktan çıkarmaya yardımcı olamıyor. Geçen sene kazandığı Oscar'ın keyfini çıkaran Forest Whitaker'ın, yolsuz polisleri kanadı altına alan Kaptan Jack Wander rolündeki tek notalı performansı, kendisinden daha çok dikkat çeken bıyığı sayesinde hatırda kalıyor. Bir zamanların yetenekli İngiliz komedyeni Hugh Laurie, filmi Doktor House'tan kalma sahte Amerikan aksanını bir kez daha kullanmak için bahane ediyor. Son yıllarda kendine daha sert bir imaj edinmeye çalışan Keanu Reeves ise, sorunlu Dedektif Tom Ludlow rolüne duygu ve kompleks yüklü bir karakterizasyon getirmeye çalışsa da, hikayenin karmaşası içinde kayboluyor.
Bu kadar eleştirinin üzerine Sokağın Kralları'na yılın en kötü filmlerinden biri damgasını basmak istemem tabii ki. Sonuçta film, adrenalin yüklü suç geriliminin, çoğunluğu erkeklerden oluşan hayran kitlesini az çok tatmin edecektir. Hatta yazının başında belirttiğim filmleri izlememiş, türe yeni göz açan seyirci için bile azıcık da olsa orjinal bir deneyim sunabilir.