Watchmen
Yazar: Mert YeniciZamanında Morrissey'in klibini yönetmek dışında herhangi bir kariyer geçmişine sahip olmayan Zack Snyder gibi bir yönetmenin üstüne konduğu projeleri, birkaç yıl içinde geldiği noktayı görüp şaşırmamak elde değil.
"Dawn of the Dead" ile şahsımı çok eğlendirmiş Snyder'ın Frank Miller uyarlaması "300", gerek görselliğe yüklenmekten hikaye anlamında tatmin edici bir iş çıkaramaması, gerekse Amerika-İran gerginliğinin hat safhaya ulaştığı bir dönemde vizyona girmesi sebebiyle çizgi romana olan tüm bağlılığına rağmen aforoz edilmişti. Bu yüzden de kendisinin belki de tek günahı çizgi romana kölelik derecesinde sadık kalmış olmasıydı sanırım. Yine de 300, sanki beyazperdeye adapte edilmek için yazılmış gibi duran, görsel anlamda yönetmenini yaratıcı olmaya sevk etse de hikaye anlamında çok da çabalamasını gerektirmeyen nispeten sığ bir çizgi romandı.
Watchmen ise şüphesiz süper kahraman hikayesinin de ötesinde Soğuk Savaş dönemi paranoyalarına dair ciddi referans ve eleştiriler barındıran 2.5 saatlik bir filme indirgenmesi oldukça sancılı bir sürece gebe, 'En İyi 100 Edebiyat Eseri' arasına bile girmeyi başarmış çok katmanlı bir grafik roman. Bu nedenle projenin yönetmen koltuğuna, yeşil perde önünde savaş sahneleri çekmekten çok da ötesini başaramamış bir yönetmenin getirilmesi herkes gibi beni de düşündürmedi değil. Ama neyse ki Snyder, Nat King Cole'un eşlik ettiği açılış sahneleriyle hakkındaki şüpheleri çabuk gideriyor.
Hikayemizin öldürülmesiyle başladığı The Comedian'ın tabiriyle halkı halktan koruyan kahramanların olduğu alternatif bir evrende, 80'ler Amerika'sındayız. Zamanında Vietnam Savaşı'na katılıp elde ettikleri başarı, Nixon'un arka arkaya birkaç kez liderlik koltuğuna oturmasını bile sağlamış olan bu maskeli adalet mercilerinin devlet içindeki statüsü Soğuk Savaş gerginliğinin tırmandığı 80'lere yaklaşırken sorgulanmaya başlanıyor. Bazıları öldürülen bazıları ya hapse ya da tımarhaneye tıkılan, geriye kalanları da çıkan af yasasıyla kimliklerini terk edip emekliye ayrılan kahramanlar küresel bir nükleer savaşın eşiğinde sıradan hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Böyle bir dönemde, Minuteman isimli eski kahraman örgütünün üyesi The Comedian öldürülünce, onla beraber çalışmış Rorschach cinayetin eski kahramanların teker teker avlandığı bir komplonun başlangıcı olabileceği endişesiyle olayı araştırmaya ve eski takımı uyarmaya başlıyor.
Hikayenin geçtiği alternatif dünyaya dair genel bir fikir verebilmesi açısından filmin ilk 45 dakikalık bölümünde yönetmenin benimsediği metodu, Alan Moore'un okuyucuyu yoran ve hikayeye adapte olma sürecini geciktiren ilk bölümüne göre mümkün mertebe yalın ve anlaşılır buldum. Ancak bu durum 3 saate yakın süren bir film için biraz sakat, çünkü bu durağan adaptasyon sürecinden sonra gelen tüm aksiyona rağmen seyircinin sıkılmaması işten bile değil. Fakat bu noktada da Snyder, hikaye anlatımı becerisinden ziyade görsel yetkinliğini konuşturarak açığı bir nebze kapatmayı başarıyor. Her şey bir yana, Alan Moore bile izlese burun kıvıramayacağı derecede neredeyse romandaki mekanların tıpkısı olan harika bir set tasarımı ve müthiş bir sanat yönetimi çalışması var.
Yalnız, artık "The Dark Knight Effect" olarak mı tanımlamak gerekiyor bilmiyorum ama her yanından çizgi romandan uyarlandığı belli olan bir film yerine daha karanlık ve gerçekçi bir tat aramadım desem yalan olur. Öte yandan Snyder, daha önceki projelerinin de getirdiği alışkanlıkla yine etrafa bolca kan sıçratmaktan, et ve kemik göstermekten kaçınmıyor. Kitabı okumuş olan herkes, bu şiddetin kitapta gösterilenden bariz bir biçimde fazla olduğunu ve yönetmenin içindeki gösterişçi iç güdülerini dizginleyemediğini fark edeceklerdir. Ayrıca tüm filme romanın olduğundan daha fazla "gore" bir hava katma çabasına girişen yönetmenimizin aynı tavrı filmin sonunda göstermeyip romanın en vahşi ve kanlı kısmı olan New York tasvirini değiştirmeyi tercih etmesiyse biraz ilginç bir durum.
Snyder'ın şüphesiz endişe uyandıran diğer bir seçimi kitaptaki karakterlere göre genç bir oyuncu kadrosuyla yola çıkmış olması. Flashbacklerle dolu bir hikayeyi anlatırken yaşlı oyuncuları gençleştirmekle uğraşmak istemediği için böyle bir tercihi mazur görebiliriz, fakat Adrian Veidt/Ozymandias rolü için seçilen Matthew Goode oğlunu canlandırabilecek kadar genç (veya gözüken) bir oyuncu. Yine de kitaptakinden daha farklı olan karakteri tüm kendini beğenmişliğine rağmen sempatik bir biçimde yansıttığı söylenebilir. Patrick Wilson, Billy Crudup ve Jeffrey Dean Morgan'ın rolleri için doğru seçimler oldukları su götürmezken Jackie Earle Haley, final sahnesiyle zirve yaptığı oyunculuğuyla resmen Rorschach'ı oynamak için doğmuş izlenimi bırakıyor. Tek zayıf halka ise kostümü içinde ve dışında (ya da tamamen kıyafetsizken) nefes kesici gözüken Malin Akerman, ve bundan öte de bir şey sunduğu pek söylenemez.
Romandan bağımsız ele alırsak, Watchmen, çok başarılı belli spot sahneler içermesinin dışında çok iyi bir film değil aslına bakarsanız. Başka bir yönetmen çekseydi karşımıza bundan daha iyi bir yapım çıkabilirdi bile. Ama şu kesin ki, projede daha önce adı geçen hiçbir yönetmen Moore'un eserine bu denli bağlı kalma çabası içinde olmayacaktı (Aronofsky, günümüze uyarlanıp Amerika-Irak Savaşı'nı ele almasını bile istemiş mesela). Snyder'ın Watchmen'i, olur da dünya tersine döner Alan Moore izlerse beğenebileceği bir film olmaktan çok çok uzak belki ama Watchmen gibi komplike bir çizgi romanın görüp görebileceğimiz en makul ve sadık uyarlaması olduğuna da şüphe yok.