Hesabım
    Karabasan
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Karabasan

    Evvel Zaman İçinde Var İmiş Bir...

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Çocukken beynimiz şimdi olduğundan çok farklı çalışır. Bir anda her kelimenin anlamını öğrenmek, her harekete bir anlam yüklemek isteriz. Hayatımızda boşluklar yoktur. Gerek bize söylenen, gerekse etrafımızdan duyduğumuz her olaya bir anlam veririz. Onlarla aklımızda boş kalan yerleri doldurmaya çalışırız. Ancak hayat bir yarışma programı gibi soru cevap şeklinde gitmez zaman zaman. Başımıza beynimizin gerekli açıklamayı bir türlü yapamadığı olaylar gelir. Onların üzerini de anlamsızlıklarla örter çocuk aklımız.

    Beş altı yaşlarındayken yaramaz abla veya ağabeylerimizin bizlere anlattığı anlamsız korku hikayeleriydi. Yatağımızın altında, dolaplarımızın içinde saklanan korkunç 'öcü'lerin bizleri alıp götüreceğine inanıp durduk. Akşamları annelerimizin yanında uyurduk. Işıklar kapanmasın diye ısrar ettik. Amerikalı'ların Boogeyman olarak adlandırdıkları yaratıklar...

    Prodüktörlüğünü Sam Raimi'nin, yönetmenliğini ise Stephan Kay'in yaptığı Karabasan (2005), aynı hikayeyi babasından dinleyip, korkularının üstesinden gelemeyen bir karakterin öyküsünü anlatıyor. Genel anlamda sıradan bir korku filmi olmaktan öteye gidemese de daha derin bir değerlendirmeyle seyirciye farklı sorular sormayı başarıyor.

    Film, daha en başından temelleri 17. yüzyıla kadar dayanan bütün gotik elemanları bir sahnede toplamayı başarıyor. Rüzgarla uçuşan perdeler kapkaranlık bir odada şekilsiz gölgeler yaratıyor. Dalları her an insanı kapıp kaçıracakmış izlenimi veren ağaçlar sisli gecelerde tüm heybetleri ile dikiliyorlar. Sessizliğin içinde duyulan su sesleri, rüzgar uğultuları tüyleri diken diken etmeye yetiyor. Özellikle seslere yapılan vurgu filmde insan psikolojisi üzerine derin gözlemler yapıldığını kanıtlıyor. Ve yönetmen böyle bir atmosfer yaratarak seyircinin ilgisini hemen üzerine çekiveriyor.

    Hikayenin başında, baş karakterimiz Tim küçükken sözde, babasını boogeyman'in kaçırdığına tanık oluyor. Ancak ilerleyen dakikalarda anlıyoruz ki Tim sekiz yaşındayken babası evi terk etmiş. Ve karakterimiz küçükken anne ve babası arasında geçen bir tartışmaya tanık olmuş; tartışmanın konusu ise babasının Tim'e boogeyman hikayesini anlatıp korkutması. Bu durumda Tim'in çocuk aklıyla babamı boogeyman alıp götürdü diye düşünmesi pekte şaşılacak bir durum değil.

    İşte bu noktada hikayenin kendisine bir yön belirleyip o doğrultuda gitmesi gerekiyor. Bizlere ya her şeyin Tim'in hayal gücünden ibaret olduğunu söyleyecek ya da her şeyi ters yüz edip bizlere boogeyman'in varlığını kanıtlayan sağlam tezler sunacak. Oysa film, her iki yöne de gitmeye çalışırken kendisine sağlıklı bir yol çizmeyi başaramıyor. Ve sanki bir spiralin içindeymişçesine dönüp dolaşıyor. En sonunda da kayboluyor.

    Yönetmen filmin başından itibaren verdiği ip uçlarıyla Tim'in çocukken geçirdiği travmatik bir kayıp sonucunda şizofreniye yakın bir hastalığı olabileceğini destekliyor. Kamera hareketleri sayesinde Tim'in boogeyman ile karşılaştığında, seyirci dünyayı panik atak krizi geçiren bir insanın gözlerinden görüyormuş hissine kapılıyor. Hikayenin içinde neredeyse filmin sonlarına kadar kimsenin Tim'in söylediklerine inanmayışı seyirciyi de etkiliyor.

    Herkes Tim'in hasta olduğunu, çocukken yaşadığı kayba hala çocukça anlamlar yüklediğini düşünüyor. Ancak bir anda olayın içine kayıp çocuk vakaları, kızını boogeyman'den geri almaya çalışan zavallı bir baba figürü giriyor. Ve hikaye daha en başından seyirciyi başka bir yöne çektiği için inandırıcılığını kaybediyor. Neyse ki insanı koltuğundan sıçratan klişe efektler ve kamera hareketleriyle de olsa film temposunu bir an olsun düşürmüyor. Filmin ortasında kendisini hikayeden tatmin olamamış bir halde bulan izleyici de bu görsel ögelerle oyalanmada çare buluyor.

    Gotik, zamanında içinde yaşanılan toplumu eleştirmek, anlamsız korkulara zihinsel bir anlam kazandırmak amacıyla ortaya çıkmış, bilim kurguya annelik etmiş bir akım. Filmde ise belirli kalıplar içine sıkıştırılıp, felsefesini yitiriyor. Hikayenin içinde sadece yadırgatıcı bir görsel öge olmaktan öteye gidemiyor. Ve bana göre Karabasan'da çok daha anlamlı bir sonuca bağlanabilecek mitolojik bir hikaye, kendi kendini çözümleme çabası içinde kaybolup, gidiyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top