Kim Korkar Bilim Kurgudan?
Yazar: Ayşegül KesirliUrsula K. Le Guin, "Amerikalılar Ejderhalardan Neden Korkar?" isimli denemesinde Amerikalıların bilim kurgu ve fantazi türlerinden korktuğundan yakınır. Bilim kurgu ve fanteziyi çocuk kitabı olarak gördüklerini, hatta zaman zaman çocukları da bu tür kitaplardan uzak tutmaya çalıştıklarını anlatır. Bu korkunun 'hayal gücünü harekete geçirmeyi tasvip etmeyen bir ahlak anlayışından' kaynaklandığını da sözlerine ekler.
Amerikalıların şüpheli, 'çocuksu' ve 'kadınsı' bir kavram olarak değerlendirdikleri hayal gücünü bastırmaya meylettiklerini, hatta büyüdüklerinde hayal gücünü kökü kazınmış bir halde bulmaya niyetlendiklerini savunur. Le Guin'e göre hayal gücü ile beslenen fantazi, insanın 'yaşamaya mecbur bırakıldığı hayatın' sıradanlığını, boşluğunu apaçık eder ve Amerikalılar, bu durumun pragmatik yaşam tarzlarına tehdit oluşturduğunu düşündükleri için ejderhalardan ve diğer fantastik öğelerden uzak durmak isterler. Ursula K. Le Guin'in sözleri bu hafta vizyona giren Merhaba Dünyalı filminin konusu ve gidişatı ile öyle güzel bağdaşıyor ki filmi izlerken tanık olduklarınız karşısında Amerikalıların sadece ejderhalardan değil uzaylılardan da korktuklarına ikna oluyorsunuz.
Filmde, Mars'tan geldiğini iddia eden küçük bir çocukla, onu evlat edinmeye niyetlenen dul bir bilim kurgu yazarının ilişkisi anlatılmakta. Güneşten korunmak için gün boyunca karton bir kutu içinde yaşayan, bir iletişim aracı olduğunu iddia ettiği bilgisayar oyununu elinden düşürmeyen ve nihayet karton kutudan çıktığında sürekli güneş gözlüğü takıp, elinde bir şemsiye ile yürüyen küçük Dennis, film boyunca izleyicileri gerçek kimliği konusunda muğlakta bırakmakta.
Yönetmen Menno Meyjes'in bilinçli olarak tercih ettiği bu muğlaklığın izleyicileri şaşkına çevirmenin yanı sıra filmin anlamsal dengesini de altüst ettiğini söyleyebiliriz. Dennis'in sadece oyun oynayan küçük bir çocuk mu olduğu, yoksa ciddi psikiyatrik problemlerle mi boğuştuğu, yoksa gerçekten Mars'tan mı geldiği konusunun belirsizliği filmin ana mesajının yolunu tıkamakta ve akıcılığına ket vurmakta.
İlerleyen dakikalarda ne demek istediği iyice karmaşıklaşan filmin, 'farklı' kişilikleri dışlayan ve normalleştirmeye çalışan gündelik sistemi eleştirmeye mi niyetlendiği, sadece sulu gözlü bir ebeveyn-çocuk ilişkisi mi anlattığı, ya da fantastik bir öyküye zemin mi hazırladığı belli değil. Sanırım film, bu söylediğimiz mesajların hepsini aynı öyküde kotarmaktan yana. Yetersizliği de bu 'her şey olma' merakından kaynaklanıyor.
Öte yandan söylemek istediği sözü doğrudan söyleyemeyen karmaşık anlatımı ve klişe gidişatına rağmen Merhaba Dünyalı, oyuncu kadrosu için izlenebilecek bir film. John Cusack'in fazladan enerji harcamadan alışıldık hatta zaman zaman yapaylığa varan bir performans sergilediği filmin yıldızı bana göre küçük oyuncu Bobby Coleman.
Filmde canlandırdığı yazar karakterine en ufak bir özgünlük katmayan John Cusack, biraz da filmin banal öyküsünün kurbanı olmuş sanırım. Oysa ben bir bilim kurgu yazarından çok daha orijinal bir yaşam tarzı, ya da en azından daha özgün ve tuhaf diyaloglar beklerdim. Her şeye rağmen Bobby Coleman canlandırdığı karakterin tuhaflığını başarıyla yansıtıyor bana göre.
Dennis karakteri senaryonun özensizliği nedeniyle gündelik alışkanlıkları ile bir Marslı'dan çok bir vampiri andırsa da Coleman, kendi bildiği yolda ilerleyerek etrafına tuhaflıkla karışık bir sevimlilik yayıyor. Bir sonraki Abigail Breslin olacağını iddia edemem tabi ki, ama yine de filmi katlanılır hale getirmekte. Özellikle bir grup psikiyatristin katılımıyla gerçekleşen bir toplantı da John Cusack'in klişe el ve yüz mimiklerini taklit ettiği bir sahne var ki görülmeye değer. Filmde, John Cusack ve ablası Joan Cusack'in dinamik bir abla-kardeş ilişkisine soyunması da oyuncu kadrosunun en büyük esprisi olsa gerek.
Bununla beraber daha önce de bahsettiğimiz gibi Merhaba Dünyalı, Dennis'in gerçek kimliği konusunda izleyicileri karmaşık bir Zelig (Woody Allen, 1983) sendromu içine sürüklemekte. Aslına bakarsanız, film Dennis'in bir takım mucizelere neden olduğunu vurguladıkça içten içe çocuğun gerçekten de Marslı olduğuna inanmak istiyoruz. Çünkü filmin bilindik gidişatının tekdüzeliğini kırabilecek ve bizi hüngür hüngür ağlama isteğinden kurtarabilecek tek çıkış yolu bu. Biliyoruz ki Dennis'in Marslı olmadığı önermesini kabul ettiğimiz takdirde, ortaya son derece hüzünlü, acıklı ve çoğunlukla şizofrenik bir tablo çıkacak.
Gördüklerimiz bizi Dennis'in bir babadan çok, doğru düzgün bir psikiyatriste ihtiyaç duyduğuna ikna edecek. Daha da kötüsü, filmin klişelerden örülü olay örgüsü eninde sonunda bizi Dennis'in çıkış yolunu David'in sevgisinde bulduğuna ve bu yolla psikolojisinin düzeldiğine inandırmaya niyetlenecek. Böylelikle Dennis'in karmaşık psikolojisini neredeyse uyduruk bir açıklamayla çözen film, izleyicilerin olay örgüsüne olan inancını ve güvenini sarsacak.
Anlayacağınız Merhaba Dünyalı'nın ilginç, sürükleyici ve duygu sömürüsünden uzak bir yapım haline gelmesinin tek koşulu Dennis'in gerçekten de Marslı olduğunu öğrenmemiz. Filmin önceden rahat rahat sezilebilen sonunu söylememek adına Dennis'in Mars'tan gelip gelmediği konusunu tahmin etmeyi size bırakıyorum.
Ancak bu muhakemeyi yapmadan önce Ursula K. Le Guin'in Amerikalıların fantezi edebiyatı korkusunu açıkladığı makalesinden destek almanızı tavsiye ederim. Çünkü Merhaba Dünyalı'da görüldüğü gibi Amerikalılar, hala daha bilim kurguyu ucuz ve pazarlamaya yönelik bir edebiyat türü olarak gösterip, hayatın sıradan gidişatını kıracak her türlü fantastik öğeden korkarak aslında 'öteki'ye karşı besledikleri dehşeti perçinliyorlar. David'in gelecek planları ve Dennis'in psikolojik karmaşasına getirilen çözüm bu durumu gayet net bir şekilde gözler önüne seriyor.