Bir gabriele salvatores filmi.Aşağıdaki ise; filme dair şahsıma ait yorumdur.Masumiyet, vicdan ve sevgiye dairÖncelikle okuyucu, yazının kimi kısımlarında son derece duygusal histeriye sebebiyet verecek argümanlar ile karşılaşacağı bilinciyle karar vermelidir, bu yazığı okuyup okumayacağına. Her film insanı duygusal yönden savurmaz sağa sola ya da işkence edercesine insanın en savunmasız yönü olan vicdanına oynamaz. Dediğim gibi hazırlıklı olun gözyaşlarınızın seller misali akmasına ve mutlaka selpaklarınızı hazır edin yanı başınızda. duygusal bir gelgit yaşatacak diyorum bu yazı ama belki de bu, şahsımın duygusal olmasından ve filmin duygu yüklü olarak bir tetikleyici işlevi görüp taşma haddine gelmiş duygusallığımın kapaklarını ardı sıra açmasına sebep olmasından kaynaklanacaktır, kim bilir.italyan yönetmen gabriel salvatores tarafından ingiltere ve ispanya ortak yapımı olarak 2003 senesinde çekilmiş bir film. Yönetmenin uluslararası düzeyde adını duyurmuş ve Berlin film festivalinde 2003 yılında golden bear ( altın ayı ) ödülüne layık görülmüş. Aldığı ödülden de anlaşılacağı üzere sağlam bir film. Gerçi ödül almamış olması sağlam olmayacağı anlamına gelmez. Ödül alması filmin sağlamlığının bir teyidi olmuş o kadar. iyide olmuş hani. Hak edene hak ettiğini vermek gibisi yoktur ve bu film o ödülü hak ettiği gibi izlenilmeyi de hak eden bir film.Hani göz pınarları kurur ya, bir süre sonra insan ağlamaz olur ve acır göz. Kuruduğu için feri sönmeye başlar gözün, gözyaşlarını yitirmesinden sebep. Yitirilen kuruyan yaşlar değildir ya hani, bazen umutlarda yere düşüp parçalanır ve bazen sevgi hayal olur, ulaşılmazdır, kaf dağının ardında ya da ayın bir kraterinin en dibine savrulur. Açtır oysaki insan hem gözyaşına hem de sevgiye ve umuda. Acıkmıştır bir kere, durmak bilmez bir özleme kapılıverir insan. Ağlamak ister, sevmek ve sevilmek ve birde umut etmek. işte insanın arayıp da bulamadığı gözyaşı da vardır, sevgi de ve umutta bu filmde.Hikayemiz italya da küçük bir köyde geçmekte. Yaz sıcağında şehirden uzak bir yer. Sapsarı buğday tarlaları ile çevrilmiş, altın bir denizin tam ortasında serpilmiş bir vaha gibi bir yerde hikaye başlıyor. Buğday tarlalarına nefes olan rüzgarın okşaması ile özgürlüklerine kanat çırpan kuşlar gibi uzsuz bucaksız buğday denizinde süzülen çocukların huzurlu, umarsızca gökyüzündeki kelebekler misali süzüldüğü, bir masalın gerçek dışı kurgusunda var edilen büyülü bir dünya karşımıza çıkıyor. arkadaşlık, dostluk, sevgi, insaniyet, vicdanlı olma gibi insana mutluluk veren ve onu insan kılan bir masal diyarının görülmeyen kuytuluklarında karanlığın içine sinmiş kuzgunlar, ölüm, hırs, şeytansı düşünüşler gizliden ve hiç sezdirmeden varlık sürdürüyor. Ayın aydınlık ve karanlık yüzü kadar birbirine zıt iki hava çarpışıyor ve şimşekler düşüyor her yana, kulaklarda asılı kalan ise acıya meyleden acıma ile yoğrulmuş sualler oluyor.Michele adından küçük bir çocuğun ekseninde gelişen bir hikaye var karşımızda. Bir sırrı açığa çıkartıyor çocuk. Bu sır, çocuk yüreğinin küçük atışlarına yansıyor ve oradan yetişkinlerin duygusuzluk damlayan dünyalarının soğukluğundan geçerken daha bir ağırlaşıyor. Kaçırılan bir çocuk, o çocuğu kaçıran insanlar ve o kaçırılan çocuğu bir rastlantı sonucu bulup da onunla güvene dayalı sevgi bağları kuran michele. Fidye için çocuğu kaçıranların michele nin kirlenmemiş masumiyetini ona veren ama artık kendi masumiyetlerini kaybetmiş olmanın da etkisi ile hissizleşmiş ve umutlarını tüketmiş bedenlerin örtüşmezliği. ironik bir anlatım ile çocuk vicdanının içine hapsolduğu küçük yapının aksine ne kadar büyük olduğunun resmedilişi, olanca çekiciliği ile endamını sergilemekte.insanı hayvandan ayıran düşünme özelliğine ek yürekte var olan sevgi, acıma ve yürek gibi küçük bir odacığa hapis olamayacak denli büyük bir duygu olan vicdanın yitiminin resmedilişini gerçekleştiriyor film. Yaşamak için başkalarının yaşamını çalan insanlar gerçeğine bir bakış atıyor. Bir çocuğun, en temiz duygular ile bezenmiş ve korunmaya muhtaç korumasız bir küçük bedenin zenginlik uğruna, insanın gözünü kör etmiş para uğruna göz kırpmadan feda edildiği suretin orta yerine çarpılıyor. Afallamamak ne mümkün, insanın yeri geldiğinde hayvandan da vahşi, tanımlanamaz bir biçime dönüşeceğine dair gerçeklerin ortaya serilmesine karşısında.Konusunun olanca negatif etki yaratmasına karşın bir çocuk filmidir ıo non ho paura. ilginç olmakla birlikte başroldeki çocuk oyuncuların performansı bir hayli tatmin edici. Hani çocukların oynadığı ya da genel itibariyle çocuk filmleri umudun serpiştirildiği, yüzde gülümsemenin hakim olduğu, sevgi ile şefkat gösterilerinin sergilendiği bir tiyatro oyununu andırır. Ama bu film hayatın gerçekliğine bir bakış atıyor. Yapay mutluluklar yok. Bir anne şefkati ya da babanın savurduğu bir sevgi yok. Çocuğun dünyasına giren ve o dünyayı tarumar eden, yetişkinlerin dünyasından kopup da gelmiş bir karanlık, korku, çaresizlik var. ama tüm bunlara karşın o küçücük bedenlere sığmayıp da taşan ve kurban edilmek istenen çocuk ile celladın çocuğunun var ettikleri sevgi var.Michele bu sevgiyi yüreğinden çıkarıp da karanlık bir kuytuluğa hapsedilmiş, yaralanmış ve kanatılmış fillippo ya sunuyor. Titrek, ürkek ve gözleri kapalı bir biçimde atılmış olduğu ölüm çukurunda nefessiz kalarak çaresizce, kaderin ona oynadığı oyunun ve o oyunu ölümcül soğuklukları ile dolduran yetişkinlerin nefret ile yoğrulmuş yüreklerinin kurbanı durumunda olan fillippo, michele ile sevgi ve güven köprülerini inşa etmeye çabalıyor ve bunu başarıyor da. Michele nin bu köprüleri inşa etmedeki azmi ve katkısı yadsınamaz bir gerçek olup çıkıyor karşımıza.sanki iki çocuk insanlığa bir insanlık dersi veriyor. ibretlik ve oldukça hüzünlü bir ders. Acı ile başlasa bile, acı çekerek sürse ve neticede acı ile sonlansa bu ders, kenetlenen iki masumiyetin ve devleşen bir vicdanın dünya üzerinde yıkımlara yol açmış sevgisizliği ve nefreti kazıyıp savurması ile alınası bir derse dönüşüyor adeta film.Oyunculukların başarısı, kamera kullanımının kusursuzluğu, renklerin canlılığı ve müziğin insan zihnini okşaması ile yer yer masalsı anlatıma eş michele karakterine söyletilen tekerleme biçimindeki, kendi içindeki cesareti açığa çıkarmaya dönük argümanlar ile başarılı bir film kotarılmış. Kimi zaman çocuk filmleri çocuklardan öte büyüklere hitap edecek denli mantık ile dolu olur, anlam içerir ve niteliklidir. işte bu filmde onlardan birisi. Çocukların ortaya koyduğu performans ile devleştikleri ve mutlaka bir kere izlenilmesi gereken bir film. Kameranın buğday denizinde süzülüşü, gökyüzünün farklı hallerinin yansıtılması, doğa görünümlerinin uzakı ya da iklimleri andırması tatlı bir sürpriz. Vicdana bir giriş yapılması ve insanın kaybetmekte olduğu bu değerinin kaybedilemeyecek denli kıymetli olduğunu göstermesi de ayrı bir güzellik. Yaşamın yaşanılır olduğunu, yaşamlarını farklı yaşantılar içinde sürdürseler de bir biçimde hayatlarını birbirine sevgi ve güven duygusu ile kenetleyen iki çocuğun yaşama sımsıkı tutunuşlarını ve fedakarlıkta bulunacak denli olgunlaşan masumiyeti tecrübe etmek için izlenmesi gereken bir film netice itibariyle ıo non ho paura.- ıo non ho paura ( korkmuyorum ) -