Hesabım
    Zidane: Bir 21.Yüzyıl Portesi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Zidane: Bir 21.Yüzyıl Portesi

    Zidane’a Kamera Zindanı

    Yazar: Zafer İlbars

    National Geographic tarzı belgesel kanallarında kendine has üstün özellikleri olan hayvanlar mercek altına alınır. Her adımları birçok kamerayla ve titizlikle takip edilir. Yürüyüşleri, avlanmaları, kızgınlıkları, durgunlukları an be an kaydedilir. Bu tür hayvanların tercih edilmesinin nedeni, diğerlerinden daha özel ve az bulunur cinsten olmalarıdır elbette. Zidane: Bir 21.Yüzyıl Portresi, belgeselini izlerken de aynı amaç mantığı akla geliyor. 7 senkronize kamera ve 150 kişilik bir ekip, aktif futbolculuk döneminde dünya futbolunun tartışmasız en büyük yıldızı olan Zidane'ın her anını takip ediyor. Takip alanı elbette yeşil saha, yani onu özel kılan arena.

    Öncelikle söylemek gerekir ki; Fransa gettolarında büyümüş bir adamın, İspanya'da kraliyetin takımı Real Madrid'te sona eren müthiş kariyerinden bir kesiti seyretmek hiç kolay bir şey değil... Yönetmen ısrarla filmin bir futbol filmi olmadığını belirtse de, futbolu sevmeyenler için gerçekten ıstıraba dönüşebilecek bir yapısı var filmin. Tabii futbola ilgi duymayıp sinemayı sevenler içinde de filmi beğenenler olacaktır muhakkak (Ama bu tanıma uyan izleyici sayısının da çok olmadığı kesin). İzlediğimiz sadece 'Real Time Zidane'ın, bir maç içerisindeki aksiyonları ve tepkileri.

    Bu aksiyon ve tepkilerin elbette altı doldurulabilir. Zaten bu standartlar üstü odaklanma, olayı maçtan ve yüzde yüz futboldan arındırıyor. Oynanan maçın bütünü, genel anlamda sadece bir araç. Skor, taktik, takımların mücadelesi tamamen dışlanıyor. Bunu, görüntünün Zidane'dan sahada oynanan maça döndüğü ender anlardan da anlayabiliyoruz. Çünkü o anlarda maç bir İspanyol kanalından, oldukça düşük görüntü kalitesiyle bize aktarılıyor. Zaman zaman Zidane'ın görüntüsü flulaşıp, stadyumu dolduran seyirciyi korkunç gürültüsüyle gördüğümüzde ya da tüm maç boyunca yüzünde tek bir tebessüm görmediğimiz bu adamın yüzünde o şaşırtıcı gülümseme anını yakaladığımız tek anda, garip bir farklılık hissediyorsunuz. Filmin merkezinde yer alan Zidane'ın sahanın hangi noktasında olduğunu bilmiyoruz. Mesleğini kendine özgü, olağanüstü yeteneğiyle icra eden bir adamın insana yönelik özelliklerini gözlemliyoruz. Hırsını, kazanma arzusunu, azmini, asabiyetini ve zaman zaman da sıkkınlığını...

    Zidane ve stadyumdan bağımsız görüntüler de izliyoruz filmde. Almanya'da yüzlerce kara kurbağasının normal boyutlarının üç katı kadar büyüdüğünü, Irak'taki bombalama haberini, filmin yönetmeni Douglas Gordon'un çocuğunun hastalandığını öğreniyoruz. Tüm bunlar, Zidane'ın ter döktüğü maçla aynı gün oluyor. Gündelik olan ile dramatik olanı incelikle birleştirdiğini iddia eden bu ilişkilendirme, her ne kadar ilgi çekici gelse de çok da oturmuyor filmin içeriğine. Ama tribünlerden gelen sesin tamamen kesilip, mahalle maçı yapan çocukların gürültüsünün Zidane'ın mücadele anlarına aktarılması gerçekten etkileyici. Cezayir asıllı oyuncunun yetiştiği kenar mahallelerde şekil almaya başlayan yeteneğinin kaynağına dönüş yapıyoruz. Kuşkusuz bu anlar, çocuk bir oyuncunun Zidane'ın küçüklüğünü canlandırmasından ibaret olacak olası flashback'lerden çok daha etkileyici.

    Zidane, yıldız bir futbolcu olarak bir pop ikonu gibi değil, elinde sapanla pahalı iş yerlerinin camlarını kıran asabi bir çocuk temelde. Bunu maçın sonunda gördüğü kırmızı karttan da anlıyoruz. Maç içinde kendisini takip eden bir sürü kamera olduğunu bildiği halde bunu pek umursamıyor. Kendisiyle hiç ilgisi olmayan bir anda elektriklenen alana gidip kafa tutuyor rakibine ve kırmızı kart görüyor. Kuşkusuz bu kanında isyankarlık dolaşan bir kişinin ateşli kontrolsüzlüğü. Bir belgesel için görüntülerinin çekildiğini bilen, imaja yönelik ve endüstriyel futbola uygun hareket eden birçok yıldız bunu yapmaz, kendini kontrol ederdi. Ama o doğasına uygun davrandı ve mahalle maçında bağırıp çağıran çocuğun asabiyetiyle sahadaki elektrik alanına girip atılmak pahasına da olsa, kendi düşüncesine göre sergilenen haksızlığa karşı tavrını koydu. Aynısını bir sene sonra jübile mahiyetindeki Dünya Kupası finalinde de yapması, bunun bir tesadüf olmadığının kuşkusuz en büyük delili oldu.

    Zidane oynadığı hemen hemen her maçta zaten ilgi odağı haline gelmiş, kameraların en çok görüntülediği oyunculardan biri olmuştu. Bu türden bir yıldıza, böylesi bir odaklanma, insani anlamda çok etkileyici olsa da, sinemasal anlamda riskler taşıyor elbette. Yine de bu film ancak Zinadine Zidane ile özellik bulabilirdi. Dünya üzerinde bir ikinci isim yoktu; olamazdı. Onun her şeyi sembolikti. Golleri, yeteneği, inatçılığı, soğukluğu ve hatta şiddeti. Bu arada filmden söz ederken Mogwai'nin müziklerini de es geçmek olmaz. Grup, gerçekten Zidane kadar iyi iş çıkarmış. Onlar da kendi uzmanlıklarını, Zidane kadar ustaca konuşturmuşlar.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top