Hesabım
    Ateşkes
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Ateşkes

    Kanlı Savaşlara <b>Ateşkes</b>

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Savaşın vahşetini göstermek adına korkutucu derecede kanlı sahnelerle süslenen, insanları büyük bir makinenin dişlileri gibi gösteren savaş filmleriyle aramın pek de iyi olduğu söylenemez. Savaş halinin insana nasıl ruhsal bir baskı uyguladığının altını çizerek, pek az savaş sahnesi göstererek de gayet başarılı filmler yapılabiliyorsa, arka arkaya tekrarlanan kanlı, bombalı sahnelerin biraz da şov amaçlı olduğunu düşünmeden edemiyorum kendi adıma.

    Bu sebeple de insanın insan olduğunu göstermeden akıp giden, hareketli savaş filmleriyle aramdaki büyü bozuluveriyor daha ilk sahnelerinden itibaren. Daha modern, daha varoluşçu, bütün bunların ötesinde daha az görülmüş hikayelerle karşılaşmak istiyorum sanırım. Gösterilen vahşet dolu sahnelerle, insanları duyarsızlaştıran, onların egolarına dokunan filmler yerine yüreklerine hitap ederek, gerçek acımasızlığı içlerinde hissettiren filmler yapılmasını istiyorum artık.

    Fransız yönetmen Christian Carion?un son filmi Ateşkes, tam da benim şahsen yapılmasını istediğim gibi duyarlı bir savaş filmi işte. Bir Alman, bir Fransız, bir de İskoç bölüğü arasında yaşanan bir Noel akşamını anlatan Ateşkes, ilk bakışta neredeyse bir fıkrayı hatırlatacak kadar toz pembe gelebiliyor insana. Fakat son zamanlarda sinemacıların anlatmayı fazla tercih etmedikleri bir savaşı, yani I. Dünya Savaşı'nı konu edinen film, sıradanlıkların peşine takılmadan, ilginç bir savaş anısı etrafında dolaşmasıyla başımızı ikinci kere kendisine çevirip, daha dikkatli bakmamızı sağlıyor.

    Film, farklı savaş alanlarında, aynı şarkıları kendi dillerinde söyleyip, benzer ritüellerle İsa'nın doğumunu kutlayan değişik milletlerden askerlerin, bir geceliğine ateşkes ilan etmelerine varmadan önce, paralel kurgunun yardımıyla hiçbir millete ayrıcalık tanımaksızın tüm karakterleri bizlere tanıtıyor. Farklı diller konuşan bu insanları yan yana izlemek kafamızda her birini eşit bir yere oturmamızı en başından sağlıyor. Bu askerler bir geceliğine ateşkes ilan ettiklerinde ise bir anda saklandıkları yerlerden çıkıp, ellerinde maddi manevi ne varsa paylaşmaları bizleri bir an olsun bile şaşırtmıyor, hiç de o kadar toz pembe bir olay gibi gelmiyor. Hatta yan yana öylesine doğal görünüyorlar ki, kafamızda esas sorular birbirlerinden ayrıldıkları zaman başlıyor.

    Christian Carion, savaşın anlamını sorgulamaya başlamamız gereken noktanın altını işte bu başarılı kurgu tekniğiyle çiziyor. O noktaya gelene kadar bizleri duygusal olarak öyle hazırlıyor, karakterlerle aramızda öyle sıkı bir bağ kuruyor ki, birilerinin ölümüyle, kanlar içinde yığılmış kalmış asker görüntüleriyle farkına varabileceğimiz acı duygusunu bu bağ sayesinde daha da derinden hissedebiliyoruz. Böylelikle belki de başka filmlerde ölülerine bağlandığımız askerleri, canlı halleriyle birer asker olarak değil birer insan olarak tanıyoruz. Karşımızda konuşuyor, yemek yiyor, şarkı söylüyor ve geçmişlerini paylaşıyorlar hem birbirleriyle hem de bizlerle. Bu da savaşın ne kadar anlamsız, ne kadar saçma bir mekanizma olduğunu daha da iyi anlamamızı sağlıyor. Fakat bunun yanında savaşma dürtüsünün ne kadar insani ve ne kadar evrensel olduğunun vurgusu da gayet net yapılıyor.

    Filmde, savaş alanında o cephe benim bu cephe senin gezinen küçük bir kedi, oldukça hayvani bir dürtü olduğu iddia edilen savaşma ve öldürme güdüsünün aslında tam da modern insanın içinde yetişmiş olduğunu göstermeye çalışıyor bizlere. Farklı milletler, farklı askerler bu kediye kendi dillerine özgü isimler veriyorlar. Ancak kedi film boyunca hep aynı dili konuşuyor ve hiçbir şekilde cisim değiştirmeden aynı kedi olarak kalıyor. Bununla beraber yönetmen Christian Carion için de apayrı bir savaş metaforu haline geliyor bu kedi. Ateşkes, bu tarz küçük ayrıntılar, küçük duygularla beslenerek büyüyor. Birkaç küçük söz öbeği, karakterlerinden birine atfettiği önemsiz görünen bir özellikle kendinden sonra gelen savaşlara göndermeler yapıyor.

    Film, bütün bu yönleriyle beğenimi kazanmış olsa da, seyrettikten birkaç saat sonra aklıma takılan bir düşünceyle rahatsız etmeyi de başardı beni aslında. Bütün dünyadaki insanların özlerinde aynı oldukları duygusunu her sahnesinde aşılamaya çalışıyor olsa da filmin bir Avrupa Birliği evrenselliğine hizmet ettiğini de inkar etmemek gerekiyor. Cehaletten uzak, kalkınmış toplumlar arasında yaşanan bir evrensellik filmdeki. Bu da biraz tedirgin edici bir ruh hali yaratmıyor değil. Fakat savaşın esasen ne kadar medeniyetten uzak bir eylem olduğunun vurgulanması için uygarlığıyla öne çıkan, kalkınmış toplumların bu eylemi icra etmelerini göstermek daha çarpıcı oluyor sanırım. Bu iyi niyetli düşünceyle filmin evrensellik sınırları da anlatmak istediğini destekleyici bir tavra kavuşuyor.

    Bütün bunları bir kenara bırakırsak, teknolojinin, televizyonculuğun geliştiği, medya ağının giderek genişlediği günümüz toplumunda, gerçek savaşlarda can çekişen gerçek insanların acılarını canlı canlı izleyebiliyoruz bugün. Bu sebeple de gördüklerimizin birer piyon değil, birer insan olduğunu hatırlatacak, o gerçeklik duygusunu anlamamızı sağlayacak kurmacalara ihtiyacımız var artık. Ateşkes, gerçek anılardan yola çıkan bir kurmaca olarak bu ihtiyacımızı tam anlamıyla karşılayan bir yapım işte.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top