Büyümüş de Baba İstermiş
Yazar: Ali ErcivanAriel, işlettiği iç çamaşırı dükkanında annesine yardım eden ve ailenin 2. Dünya Savaşı sırasında terk ettiği Polonya'ya geri dönmek için uğraşan Arjantinli bir yahudi genci. Babası daha o doğmadan aileyi terk ederek İsrail'de bir savaşa katılmaya gitmiş. Ondan geriye tek kalan, Ariel'in sünnet töreninde çekilmiş video kaydı sırasında kameranın önünden geçerken yakalanmış bir-iki saniyelik görüntüsü ve yediği sandviçin içindeki mayonezin bozuk olduğu anlaşılınca barda çıkardığı olaya dair herkesin bildiği hikaye. Ariel, babasına öfkeli. Neden terk edildiğini anlamıyor. Ama mayonezin bozuk olduğu o barda da asla yemek yemiyor.
İç çamaşırı dükkanı, Buenos Aires'te yahudi cemaatine ait bir pasajın içinde. Bu küçük esnaf cemaati, Ariel'in yaşam alanı. Bir kırtasiye artık iş yapmazken, internet cafe de pasajdaki yerini almış. Dünya değişiyor ve geçmiş sadece geçmiş. Soykırımın bile şakası yapılabiliyor kimi zaman. Ama Ariel bunu başaramamış. Babasının adıyla kalmış o dükkanda, "Elias'ın Tasarımları"nda, sıkışmış hayatı. Her yerde babasının yokluğu hakim. Geçmişinin peşinde Ariel. Ait olmak istiyor. Babasının yerine bir şey koyabilmek istiyor.
Kayıp Kucak (El Abrazo Partido), hayatında babası hiç olmamış bir genç adamla ilgili. Ve geçmişi keşfetmek ile. Ve tabii bu arada, Güney Amerika'nın orta yerinde küçük bir Yahudi cemaatiyle. Öyle ki, neredeyse Mel Gibson'ın Tutku'sunun (The Passion of The Christ) anti-tezi bu film. Böyle tanımlamak doğru olursa, elle tutulur yoğunlukta, semitik bir film. Ama filmin öncelikli derdi musevilik üzerine bir güzelleme olmak değil kanımca. O bir yan işlev belli ki. Bu film öncelikle bir baba-oğul hikayesi.
Karmaşık bir ilişki babalarla oğulları arasındaki gerçekten. Bu filmdeki gibi fallik semboller ile süslendiği takdirde pekala anne-oğul ilişkileri kadar da Freudyen okunması mümkün. Sünnetinin hemen ardından babası tarafından terk edilen bir oğul ve yıllar sonra bir elini (oğul için en belirleyici olan, babasından ona aktarılan tek anıyı oluşturan, bardaki mayonez şişesini kıran eli belki) kaybetmiş olarak geri dönen bir baba. Şüphesiz psikanalitik okumalara pek açık bir öykü anlatıyor yönetmen Daniel Burman bu filmde.
Fakat bu bile ikincil bir durum, baba-oğul öykülerine hep gözyaşı döken bu satırların yazarına göre. Çünkü baba-oğul ilişkileri, hayatın içinde pratik karşılıkları egemen olan durumlar. Oğulların yaşamları üzerinde en az anneler kadar etkin bu durumlar. Baba ister uzakta olsun ister uzak. Daniel Hendler'in Berlin'de ödüllendirimiş performansının da mükemmel bir şekilde yansıttığı gibi; kontrollü, duygularını açığa vurmayan, görünüşte güçlü ve babasına öfkeli bir erkek, oğul. Ama bir babanın dostça sarılmasının özlemini duyan.
Kayıp Kucak kusurları bulunan bir film muhakkak. Biçimsel kimi özellikleri pekala tartışılabilir. Dogma akımı sonrası dünya sinemasında sıkça karşımıza çıkan elde kamera kullanımı, kimi yerlerde gerçekten işlevsiz ve rahatsızlık verici olabiliyor. Kurgunun bazı noktalarda anlam yaratmak için biraz kabaca kullanıldığı söylenebilir. Duygusal vurguların altını fazla kabaca çizmemek, karakterin bastırdığı özlemini ve iç dünyasını yansıtmanın ötesinde de son derece takdir edilesi bir yaklaşım ama kimi noktalarda filmin biraz dağılmasına da yol açıyor. Fakat işte zaten bizi mutlu edenler çoğu zaman mükemmel filmler değil, kusurları bulunan ama samimiyetle hissedilmiş filmlerdir.
Ariel'in annesi rolünde Adriana Aizemberg'in kesinlikle şahane, son derece eğlenceli bir performans verdiğini de söylemeden geçemeyeceğim; Arjantin'i bu yılki Oscar ödüllerinde Yabancı Dilde En İyi Film dalında temsil etmek üzere seçilmiş Kayıp Kucak işte o, içinde kendi yaşamınızın bir yansımasını yakalayıp sevebileceğiniz türde filmlerden. Şu an vizyonda olan en iyi iki filmin de Arjantin yapımı olmasının ayrıca seyircimizin dikkatini çekeceğini umalım...