“Gegen die Wand / Head – On / Duvara Karşı”, senaryosunu da yazan Fatih Akın’ın yönetmen koltuğunda oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 12 Şubat 2004’te “Altın Ayı” ödülünü kazandığı Berlin Uluslararası Film Festivalinde yapılan ve 11 Mart 2004 tarihinde Almanya’da, bir gün sonrada Türkiye’de vizyona giren filmin, 7.9/10 (52.072 oy) ve 4.3/5 (10.000 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 7.3/10 (89 yorum) ve 78/100 (33 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, izlenmeyi fazlasıyla hak eden bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Yine de isterseniz, her seferinde büyük bir ilgi ve beğeni ile izlediğimiz bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle birde biz inceleyerek yorumlayalım, ardından da puanlamaya çalışalım…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, Hamburg ve İstanbul "kent" manzaraları ve o kentlerdeki yaşama tutunmaya çalışan "yabancıların" çaba ve ikilemlerinin anlatıldığı Fatih Akın sineması ile Birol Ünel (18.8.1961 – 3.9.2020) ve Sibel Kekilli’nin oyunculuk performanslarının zirve noktasına ulaştığı sıra dışı bir film olduğunu söyleyebiliriz…
Zaten o yüzden de, üstelik de aradan 17 yıl gibi oldukça uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen Fatih Akın, “Gegen die Wand / Head – On / Duvara Karşı” filmini çeken yönetmen, Birol Ünel ve Sibel Kekilli’de bu filmde oynayan oyuncular olarak bilinirler…
Zira her üçü de sinemada, bu filmi gölgede bırakabilecek işlere imza atabilmiş değiller…
Şimdi yeniden filmimize dönecek olursak…
Fatih Akın’ın anlattığı hikâyeyi ve dolayısıyla da kurgusunu yorumlamaya geçmeden önce filmin 2004 yılının Berlinale’sinin “Altın Ayı”sının yanında aynı yılın “En İyi Avrupa Filmi” ödülünü kazandığını da biliyor olmamız gerektiğini düşünüyoruz…
Hem de fazlasıyla zorlu rakipler olan Pedro Almodóvar’ın “La mala educación / Bad Education” (2004), Alejandro Amenábar’ın 1 Academy ve 1 Golden Globes ödüllü “Mar adentro / The Sea Inside” (2004), Mike Leigh’in 2 BAFTA ödüllü “Vera Drake” (2004) ve Christophe Barratier’in “Les choristes / The Chorus” (2004) isimli filmlerinin arasından sıyrılarak…
Aynen, Birol Ünel ve Sibel Kekilli’nin de o yılın Avrupa Film Ödüllerinden, “En İyi Erkek Oyuncu” ve “En İyi Kadın Oyuncu” kategorilerinde aday olarak yarıştıklarını ve “Mar adentro / The Sea Inside” (2004) ve “Vera Drake” (2004) filmlerindeki inanılmaz muhteşemlikteki performansları nedeniyle Javier Bardem ve Imelda Staunton’a kaybettiklerini bilmemiz gerektiği gibi…
Bütün bu ödülleri, rakipleri ve yarışmaları, isterseniz alt alta sıralayarak isterseniz de yan yana koyarak toplayın, çarpın, bölün, çıkartın yahut tamamen görmezden gelerek çöpe atın, eğer sinemadan anlayan biriyseniz filmin 121 dakikalık süresinin bitiminde yapacağınız tek tespit, “Üst seviyede bir film işte böyle yapılır” biçiminde olacaktır…
Peki, Türk kökenli Alman sinemacı Fatih Akın, senaryosunu da yazdığı bu filmde bize ne anlatmaya çalışıyor?
İsterseniz bunu da, filmin çok iyi bilinen hikâyesini bir kez daha özetlemek yerine, Osman Çutsay’ın 10 Ağustos 2019 tarihinde EK - Eleştirel Kültür’de (ekdergi.com) yayınlanan “Nâzım Hikmet ve Yalçın Küçük” isimli makalesinden, noktasına ve virgülüne dokunmadan yapacağımız küçük bir alıntı ile yanıtlamış olalım:
“İnsanlar babalarından çok yaşadıkları zamana benzermiş. Edip Cansever ‘insan yaşadığı yere benzer’ demişti ‘Mendilimde Kan Sesleri’nde… Öyle mi? Ya sanatçı? Yazar?
Yazar kuşkusuz yaşadığı zamana benzer. İster istemez onu yansıtır, fakat eğer başarabilirse de onu aşar. Tabii ürettiği yeni sorularla, zamanının kendisine yönelttiği soru ve yanıtları eskitebilirse…”
Bugün çekilseydi Almanya adına en az birer Academy, Golden Globes ve BAFTA ödülü de kazanacağına yüzde yüz inandığımız bu filmi biz, ne yazık ki betona yenik düştüğü için artık çehresi tamamen değişmiş olan İstanbul’un tarihi silueti ve 2014 yılında aramızdan ayrılmış olan Selim Sesler'in müzikleri eşliğinde Almanca, Türkçe ve İngilizce olan orijinal haliyle izledik…
Umarız yoktur ama eğer varsa da, tamamen Türkçe dublajlı bir “Gegen die Wand / Head – On / Duvara Karşı” filmini kesinlikle önermiyoruz…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; “The Crying Game” (1992) filminin yorumunda yazdıklarımızı tekrarlamış olmak pahasına, nitelikli film izlemeyi kendine tarz edinmiş sinemasever dostlara, “Nadide mücevher niteliğindeki bu türden sinema klasiklerini fırsat buldukça tekrar tekrar izleyebilmek için elinizin altındaki arşivlerinizden eksik etmeyin” diye seslenerek kullanmak istiyoruz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 4 verdiğimiz bu son derece çarpıcı film için önerimiz de, eğer halen izlemediyseniz olumsuz puan ve yorumlara aldırmadan “mutlaka bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,