Tekrar Var, Süpriz Yok
Yazar: Ali ErcivanÖzgün fikir yokluğu çeken Hollywood'un yeniden çevrimlere bel bağlamış olması, sık eleştirilen bir durum. Usta bir sinemacı olan John Carpenter'ın altın yıllarından bir klasiğin yeniden çevrimi olan Baskın da (Assault on Precint 13) bu eğilimin son örneği. Yeni nesillerin yeteri kadar bilmediği bir klasiği seç, teknik becerisiyle dikkat çekmiş, tercihen yabancı bir genç yönetmen bul ve özgün filmin daha gösterişli, daha güncel bir uyarlamasını yaptır.
Fakat ele alınan film, zaten Carpenter'ın orijinali gibi akıllı, usta işi ve modern bir klasik olduğu zaman, bu yeniden çevrimin baştan lüzumsuzluğuna hükmedilmesi kaçınılmaz. Baskın, ne kadar iyi kotarılmış olursa olsun bu çıkmazı açacak yeni bir yaklaşım getiremiyor öncülüne. Ve hakkını verelim ki, gerçekten iyi de kotarılmış bir film bu. Bir an için, bir yeniden çevrim olduğunu unutup, tek başına bir iş olarak değerlendirelim onu.
Ethan Hawke tarafından canlandırılan polis memuru, geçmişte gizli ajan olarak çalıştığı bir görevde birlikte çalıştığı insanların ölümüne sebep olacak bir karar aldığı için kendisini sorumlu tutmuş, bu yüzden de şehir merkezinin hemen dışındaki ufak bir karakolda bir masa başı işine çekilmiştir. Olayların geçtiği yılbaşı gecesi, bu karakolun da artık kapatılacağı gecedir. Dışarıda ağır bir kar fırtınası sürerken, Hawke ile birlikte biri bayan, diğeriyse artık emekli olacak yaşlı bir adam olan iki polis sakin bir geceye hazırlanmaktadırlar.
Laurence Fishburne tarafından canlandırılan bir çete lideri ise o gün tutuklanmıştır. Bir kısım farklı mahkumla birlikte hapishaneye nakli sırasında, görevli polisler kar fırtınası sebebiyle bizim 13 numaralı karakolumuza sığınırlar. Fakat Fishburne'ün hapse girip yargılanmasına izin vermeyecek bir takım insanlar peşlerindedir.
Bütün bu karışıma, Hawke'un travmatik geçmişinin etkileriyle baş etmesini sağlamaya çalışan bayan bir polis psikiyatrı ve doktor ile hastası arasındaki üstü kapalı duygusal yakınlaşmayı da ekleyecek olursak, Baskın artık oldukça klişe sayılabilecek bir yapı üzerine kurulmuş durumda.
Ancak, karakterlerini ve bu karakterler arasındaki ilişkileri iyi kurmayı başardığı için formül tıkır tıkır işliyor. Hollywood sisteminin çok iyi becerdiğini gayet iyi bildiğimiz bir şekilde, ortada dinamik ve eksiksiz kurulmuş bir çatı var. Film, tahmin edilebilir yönlerinin farkında ve bunlarla fazla vakit kaybetmiyor. Ayrıca, öykünün gidişatına dair kimi beklentilerimizi boşa çıkacak sürprizler yapmayı da başarıyor.
Fransız yönetmen Jean-François Richet, kişilikli bir iş ortaya koyamıyor belki ama elindeki sağlam çatıyı iyi değerlendirerek akıcı, sürükleyici, teknik açıdan çok temiz bir iş çıkarıyor. Sınırlı zaman ve mekan konseptinin altından pekala yüzünün akıyla çıkıyor. Zaten bu gereksiz yeniden çevrimler serisinden en kazançlı çıkan, kendi rüştünü ispatlama fırsatını yakalayan bu genç yönetmenler oluyor.
Hiç yapılmamış olmasını tercih etsek bile, buna takılıp meziyetlerini de göz ardı edemeyeceğimiz bir film Baskın. Hele ki özgün filmi görmemiş olanların gayet keyifle izleyebilecekleri, iyi kotarılmış bir gerilim filmi. Mümkünse Carpenter'ın özgün filmini de bulup izlemeye çalışın derim.