Hesabım
    Koku: Bir Katilin Hikayesi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Koku: Bir Katilin Hikayesi

    <b>Koku</b>su Uçmuş Uyarlamalar...

    Yazar: Zeren Somunkıran

    Sinema mı, edebiyat mı? Başarılı ya da başarısız her uyarlamanın ardından zihinlerde belirmesi kaçınılmaz olan bir soru bu. Aslında ne kadar adil bir soru olduğu tartışılır. Zira çok büyük ses getirmiş edebiyat eserlerinin her biri, o romanı yaratan kalemin kendine has uslübu ve yaratmak istediği dünyanın her bir karesini kendi hayal gücü ile ördüğü atmosferi ile dolu.

    Dolayısı ile yazarın başarısı sonucu çok beğenilen bir edebiyat eserini sinemaya uyarlamak istediğinizde, o başarıyı yaratan kalem, artık hakimiyetini kaybediyor ve bu sefer bambaşka algılamalar içinde olabilen bir yönetmen geçiyor direksiyon koltuğuna. Böyle bir noktada da, okuyucuların yönetmenden ilk beklentisi, yazarın sinemadaki izdüşümü olmasını istemek; yazarın kelime kelime işlediği dünyayı, yönetmenin de kare kare işlemesini beklemek oluyor.

    Patrick Süskind'in edebiyat dünyasına bomba gibi düşen romanı "Koku"nun, uzun yıllar sinemaya uyarlanabilirliğinin tartışılması da, bu anlamda boşuna değil. Elinizde neredeyse her sayfası ayrı bir kokunun aroması ile buram buram tüten bir kitap varken, aynı etkileyiciliği perdeye yansıtmak hiç de kolay değil. Eh Stanley Kubrick'in bile yıllarca romanın film haklarını elinde tuttuktan sonra kitabı 'uyarlanamazlar' listesine sokması ile vardır bir bildiği derken, Tom Tykwer'in bu işe giriştiğini duyduğumuzda heyecanlanmamak elde değildi tabi ki.

    Peki ya sonuç mu? En son, Umberto Eco'nun çok etkilenerek okuduğum Gülün Adı romanının film uyarlamasını izlediğimde bu derece hayalkırıklığına uğramıştım. (Koku: Bir Katilin Hikayesi'nin yapımcısı Bernd Eichinger'in, Gülün Adı'nın da yapımcılığını üstlenmiş olması, kendi adıma bu hayalkırıklığının bir tesadüf olmadığını göstermeli mi acaba?)

    Koş Lola Koş ve Cennet gibi filmlerinde çok iyi bir görsel doku yakalamış olan Tom Tykwer'in, tam da bu özelliğinden dolayı bu filmde nasıl bir yön tutturacağı konusunda aslında şüphe duyulması gerektiğini, filmi izledikten sonra daha rahat itiraf edebiliyorum. Çünkü Patrick Süskind'in kitabında en çok ön plana çıkardığı nokta, maddeler hakkındaki yargılarımızı verirken görme duyusunu ön plana çıkarmamızın aslında bir yanılsamadan kaynaklandığıydı. Farkına varmasak da asıl belirleyici olanın koku alma duyumuz olduğuydu. Pek çok örnekle bunu desteklerken, gözün ortaya koyduklarının büyük bir yanılsamadan ibaret olduğunu an be an bize kanıtlıyordu.

    Film de ise tam tersi bir durum söz konusu. Tom Tykwer'ın görüntüye takılıp kalmış olan durumu, kitaba tam bir tezat oluşturuyor. Grenouille'in kurbanları olan kızlardan, kokuları nedeni ile nasıl etkilendiği kitaptan satır satır burnumuza ulaşan bir durum iken, filmde kokularından ziyade daha çok güzellikleri nedeni ile seçilmiş oldukları izlenimi yaratılıyor. Özellikle Grenouille için Laura'nın kokusunun ifade ettiği anlam ve kendi kokusu olmadığını farkedişinin onun için ne büyük bir yıkım olduğunun filmde çok da fazla hissedilmiyor olması, kitabın özünden çok şey götüren noktalar olmuş.

    Peki kitabı özne olmaktan çıkarırsak nasıl bir film ile karşı karşıyayız? Filmin ruhuna uygun etkileyici bir görsellik ile karanlık bir gerilim filmi olma unsurlarını destekleyen, ihtiyacı olan kokuları yaratabilmek için güzel kızların peşine düşmüş 'sapık' bir seri katil filmi karşımızdaki... Kitabı okumayan, asıl anlatılan ve üzerinde durulan noktaları bilmeyen izleyicinin tatmin olabileceği unsurları içinde barındırıyor film. 'Kitabı okuyan izleyici' gözlüğümüzü çıkararak söyleyelim ki, tekil bir film olarak 'başarılı' kategorisine yerleştirilebilir. Ama romanın sayfalarını teker teker geride bırakırken üzerinizde yer eden tekinsizlik halini, burnunuzun ucunda her daim duran o kokuyu ve zihninizde belirmiş olan resimleri bulmaksa isteğiniz, beklentilerinizi hayli aşağı çekmenizi önemle tavsiye ederiz.

    Sinemaya haksızlık etmemek adına, durumu bir de tersinden okuyarak şunu da belirtmeden geçmeyelim. Sadece edebiyatta değil, sanatın genelinde, ilk olanı, özgün olanı aşmak oldukça zor. Yeniden çekilen filmler çoğu zaman orijinallerini aratıyor; kitap uyarlamaları genelde hep kitabın gölgesinde kalıyor. Ama edebiyat-sinema karşıtlığında payeyi hep edebiyata verirken şu soruyu da sormayı es geçmemek gerek: Kayıp Otoban ya da Mulholland Çıkmazı'nı, Lynch'in üzerimizde yarattığı etkiyi yaratacak kadar iyi kaleme alabilecek kaç yazar vardır acaba?

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top