<b>Akasya</b>nın Sırrı Ne?
Yazar: Ertan TunçAkasya, Koreli yönetmen Ki-Hyung Park'ın 2003 yılında çektiği ve başyapıt olmayı kıl payı kaçıran bir film. Bu ıskalayışın tek sebebi ise karıncalar... Evet, karıncalar. Whispering Corridors filmi ile ülkesinin eğitim sistemini eleştiren Park, Akasya filminin unutulmaz finalinde bu sefer de ülkesinin çürümüş aile yapısını ve ülkedeki toplumsal çözülmeyi izleyicinin suratına bir tokat gibi çarpıyor çarpmasına da, filmini sinemasal açıdan bir Karanlık Sular yapma fırsatını da geri tepiyor.
Buna neden olan karınca sahnesi, filmi yoğun ve karamsar drama yapısından çıkararak finalin yaratacağı etkiyi zayıflatıyor. Gerçeküstü yönü ile filmin finalindeki şaşırtmacanın büyüsünü bozan bu sahne, filmi sağlam bir gerilim-drama karışımından, bazı şeyleri açıklamaktan aciz bir korku filmi kıvamına getiriyor. Böylece filmi tüm zamanların iyilerinden biri olmaktan da alıkoyuyor. Ama yine de ben bu filmi çok beğendim ve yönetmenin diğer korku-gerilim filmine kıyasla daha başarılı buldum.
Park'ın, ülkesi Kore'de teen-slasher türünün yeniden canlanmasına yol açan diğer filmi Whispering Corridors'a kıyasla daha az kanlı ve daha çok dramatik olan Akasya bu özelliklerini olgunlaşmış bir sinema diline sahip olmaya başlayan yönetmenine borçlu olduğu kadar, senaryosuna ve müziklerine de borçlu gözüküyor. Filmin daha az kanlı olması yönetmenin tercihi gibi dururken (isteseydi kan gövdeyi götürebilirdi), daha çok dramatik olmasını sağlayan şey ise kuşkusuz kulağımıza gelen keman ve çello nağmeleri... Ayrıca filmin görüntü çalışması ve özellikle hikayenin merkezinde duran Akasya ağacının filmin bir karakteri olduğuna dair verdiği izlenim de Akasya'nın diğer artıları...
Özellikle örnek bir birliktelik gibi lanse edilen ailenin yavaş yavaş çöküşüne şahit olurken, filmin içerdiği mistik yoğunluğun da giderek azaldığını ve finalde çözülen düğümün hemen hemen herşeyi açıklığa kavuşturduğuna şahit olmak heyecan vericiydi. Finalin çözümlemesinde kolaylık sağlayan sağanak yağmur ve Wild Turkey faktörünü, anemi hastalığı olan komşu kızın birleştirici bir unsur olarak finale doğru hikayenin merkezine kaydırılmasını ve sırrın açığa çıkarılmasını çok beğendim.
Müzikten midir nedir bilmem ama, filmin jenerik yazılarının çıktığından sonra izlediğim sahne filmin en muhteşem, en kusursuz ve "bu filmde bir yönetmen var" dedirten sahnesiydi. Bu bakımdan sinemaya giden izleyicilerin filmin bitiminde hemen çıkmamalarını, biraz sabretmelerini öneririm.
Hem büyük bir toplumsal dejenerasyonun, hem de dürüstlük, cesaret, şefkat ve sevgi gibi kimi önemli değerlerini yitirmeye başlayan aile bireylerinin içinde bulunduğu durumun keskin bir eleştirisini içeren Akasya, sadece izleyiciyi korkutmak ya da germek için değil, belli bir mesajı iletmek için çekilmiş eski korku filmlerini hatırlatıyor. Çürümüşlüğünü gizleyen, olduğundan farklı gözükmeye çalışan, ahlaki değerleri hiçe sayan insanların hunharca katledilmesi de büyük bir eleştirinin yansıması olarak değerlendirilebilir.
Park, olduğu gibi görünemeyen, göründüğü gibi de olamayan bu insanların içinde bulundukları durumun yavaş yavaş aleyhlerine işlemeye başlamasını ve gerçeklerin ortaya çıkmasını bir tür toplumsal aydınlanma olarak görüyor. Bu aydınlanmayı akasya ağacının yavaş yavaş canlanmaya başlaması, yeşermesi ve çiçeklenmesi ile hissettirmesi ise ustacaydı. Eğer senaryo filmin tüm gizemli yönlerini -ufacık bir çocuğun bir türlü bulunamamasında ya da küçük komşu kızın filmin sonundaki işlevinde olduğu gibi- tamamen sıfırlayabilseydi, eleştirel yaklaşım daha gerçekçi, daha çarpıcı olabilirdi.
Korku filmlerin asıl çıkış amacı olan eleştiriyi, protestoyu ve haykırışı, kısacası "tepki verme" yükümlülüğünü başarıyla taşıyan Akasya her ne kadar yönetmenin ülkesi için yönelttiği bir tenkit gibi dursa da bence evrensel bir mesaja da ulaşmayı başaran, korkmak için değil de iyi bir film izlemek ve az da olsa bazı dersler çıkarmak için gidilebilecek güzel bir film.