<b>Cehennem Çiçeği</b>’nin Yavan Kokusu
Yazar: Ali ErcivanBrian De Palma’yı severiz. Ustadır. Nice klasiklere imza atmıştır. Ama kabul etmeli ki, çoktandır çaptan düşmüştür. Yılan Gözler’i ya da Öldüren Kadın’ı beğenmiş olabiliriz ama bunlar dünyada çoğunluğun burun kıvırdığı filmlerdir. Görevimiz Tehlike keyiflidir ama sadece kalburüstüdür. Dokunulmazlar’dan bu yana 20 yıl geçmiş olması ve yönetmenin bu süreçte ortaya çıkardığı tek önemli filminin Carlito’nun Yolu olması cesaret kırıcıdır.
Dolayısıyla De Palma’nın bir James Ellroy uyarlamasını yönetmesi heyecan verici bir gelişmeydi. Yakın tarihli Los Angeles Sırları’nın (L.A. Confidential) büyük başarısının ardından, kara film türüne yeni bir klasiğin armağan edilmesi herkesin beklentisiydi. Ama olmadı.
Cehennem Çiçeği (The Black Dahlia), 1947 yılında Hollywood’da işlenmiş gerçek ve çözülememiş bir cinayete dair, Ellroy’un kurguladığı romana dayanıyor. Bu olayı araştıran iki dedektifin, gerek davayla ilgili gerekse kendi aralarında yaşadıklarını anlatan film, tam anlamıyla klasik noir kalıplarını takip ediyor. ’Öldüren Kadın’ rolü de çift Oscar’lı Hilary Swank’e düşüyor.
Başroldeki Josh Hartnett hakkında otomatik önyargılarla yorum yapmak istemiyorum. Evet, filmi taşıyamıyor gibi gözükebilir ama bunun ve tüm diğer sorunların kaynağında, aslında sadece senaryo var. Diğeri Aaron Eckhart tarafından canlandırılan iki dedektifin, ne kendi aralarındaki ne de kişisel çelişkilerini anlaşılır kılamayan, Scarlett Johansson’a işlev bile kazandıramayan, uzun süre kimin neden davrandıkları şekillerde davrandıklarını anlamanın mümkün olmadığı, sadece eksik değil, basbayağı zayıf bir senaryoyla çıkılmış yola.
Brian De Palma’nın da, elindeki zayıf malzemenin üstüne fazla bir şey koyabildiği söylenemez. Kendine özgü üslubunu yansıtan bir iki sahne elbette var; Elizabeth Short’un cesedinin bulunduğu uzun ’crane’ planı ve elbette çarpıcı bir merdiven sekansı, De Palma'dan beklentilerimizi karşılıyor ama bunun ötesinde aslında tuhaf tercihleriyle şablonu belli bir malzemeyi mahvetmenin sınırlarında dolaşıyor. Hartnett’in, Swank’ın ailesiyle yemek yediği geceyi açan öznel kamera gibi sebebi/işlevi belli olmayan ve sadece seyirciyi yok yere yabancılaştırmaya yarayacak tercihlerden söz ediyorum.
Cehennem Çiçeği, sadece Mia Kirshner tarafından canlandırılan Elizabeth Short’un deneme çekimi görüntülerini izlediğimiz kısımlarında bir etki yaratmayı başarıyor. Filmin ihtiyaç duyduğu ve hedeflediği hüzün, derinlik ve sinemasal çarpıcılığı sağlayan Kirshner’ın performansı oluyor. Zaten filmin Hollywoodland üzerine karanlık bakışını, aktris olma hayalleriyle geldiği kentte sadece sömürülen, hayallerine ulaşmak için türlü aşağılanmaya katlanırken farkında olmadan vahşice katledilmeye doğru giden bir kızcağızdan daha iyi ne anlatabilirdi.
Uzun lafın kısası, De Palma bizi yine hayal kırıklığına uğrattı. Mia Kirshner’ın yürek burkucu performansı, Hilary Swank’in ilk kez böylesine kadınsı görünmesi ve Vilmos Zsigmond’un Oscar’a da aday gösterilmiş birinci sınıf görüntü yönetimi için izlenebilir tabii ama uyarmadı demeyin.